AB’ye ihtiyaç kalmadı mı?
Türkiye’nin AB serüvenini 1959’a kadar geriye götürebiliriz. Ancak bizim AB maceramız birbirini gerçekte istemeyen ama istermiş gibi yapan kimselerin arkadaşlık ilişkisine benziyor. Uzun yıllardır taraflar kendilerine...
Türkiye’nin AB serüvenini 1959’a kadar geriye götürebiliriz. Ancak bizim AB maceramız birbirini gerçekte istemeyen ama istermiş gibi yapan kimselerin arkadaşlık ilişkisine benziyor. Uzun yıllardır taraflar kendilerine biçtikleri rolü oynadı ve bugün geldiğimiz noktada ise artık bu ilişkinin mesut ve bahtiyar bir sonla bit(e)meyeceği açıkça söylemeye başladı. Avrupa’da Yunanistan’dan geri kalmama adına atıldığımız bu macerada AB’ye girme şansımız yüzde 1 ise onu da zaten Yunanistan’ın 1981’deki üyeliği ile fiilen kaçırdığımızı kabul etmemiz gerekiyor. Belki politikamızın ana çerçevesinde –Yunanistan’ı engelleme- ısrar etseydik en azından AB’ye üye olmasak da Yunanistan’ın üye olarak arkasına AB gücünü almasını engelleyebilirdik. *** Ancak hal böyleyken, bizdeki siyasal yelpazenin geçmişte AB’ye girme konusunda hiç de hevesli olmadığını; sağcıların “Hristiyan kulübü”, solcuların ise “onlar ortak biz pazar” sloganı ile, marjinal partilerin ise daha ağır ithamlarla AB üyeliğine karşı çıktıklarını bilmezden geliyor “AB, bizi istemiyor!” yaygarası yapıyoruz. Nitekim AK Parti’nin ana nüvesini yetiştiren MSP ve Erbakan geleneği de AB’ye şiddetle karşı idi. AB sürecini ülkemizin bekası için çok önemli gören belki de tek lider Özal oldu. Ancak o da AB ile yakınlaşmayı Türkiye’nin önünü açacak ve yapısal değişiklere zemin hazırlayacak bir araç olarak görmüştü. Nitekim dün de bugün de çok eleştirilen “Gümrük Birliği Anlaşması” Türkiye’nin önünü pek çok sektörde açmış ve bugün dünyada elektrik-elektronik alanında dünya markalarına sahip olmamıza, otomotiv vb.