“Dünya kupası üçüncülüğümüz!”
Önce anlaşalım: Meseleyi “Amaaan yine futbol yazmış” diyerek kesip atmak yok. Öyle yapıp da bu hassas kalbimi kırmak yok!.. Sabredin lütfen; “futbol yazar gibi” yapacağım ama söz veriyorum, aslında...
Önce anlaşalım:
Meseleyi “Amaaan yine futbol yazmış” diyerek kesip atmak yok.
Öyle yapıp da bu hassas kalbimi kırmak yok!..
Sabredin lütfen; “futbol yazar gibi” yapacağım ama söz veriyorum, aslında futbol yazmayacağım.
Bana ne futboldan, başka derdim mi yok!..
Böyle diyelim ve devam edelim…
Efendim:
Bir maçtaydım.
Son derece kritik bir karşılaşmaydı.
“Desteklediğim” takım iyi oynamıyordu.
İlk yarıyı da yenik durumda tamamlamıştı.
Devre arasında “Amigo” denen zat, elinde megafon bağırmaya başladı:
“Bazı maçları almak taraftara düşer. Bu maçı da biz alacağız. Rakibi şaşkına döndüreceğiz!”
O tribün, ikinci yarının başlama düdüğü ile birlikte coştu…
O coşku bütün stada yayıldı.
Takım bir anda ayağa kalktı ve maçı net bir skorla aldı.
Tribünler duruma el koyana kadar takım yoktu, “teknik direktör” ve “takım kaptanı” kontrolü kaybetmek üzereydi.
İkinci yarıya kötü başlangıç, işleri iyice içinden çıkılmaz hale getirebilirdi.