Helikopterimizin Düşmesine Sebep Olan… Bürokratik Oligarşi!..
FETÖ ve PKK terör örgütlerinin korkulu rüyası 13 kahraman vatan evladının şehit olduğu Şırnak'taki helikopter “kazası”(?)na işaretle “Helikopterde engel tanıma sistemi neden...
FETÖ ve PKK terör örgütlerinin korkulu rüyası 13 kahraman vatan evladının şehit olduğu Şırnak'taki helikopter “kazası”(?)na işaretle “Helikopterde engel tanıma sistemi neden tamamlanamadı?” diye sorulunca…
Başbakan Binali Yıldırım'dan son derece “çarpıcı” bir karşılık geliyor…
İnsicam bozulmasın diye olduğu gibi yansıtalım:
"Milletçe üzüldük, bu üzüntüyü sadece aileler yaşamadı, millet topyekun yaşadı. Tabii bu kazaların olmaması gerekir. Bu bahsettiğimiz ENGEL TANIMA SİSTEMİ, uzun yıllardır, haklısınız, savunma sanayisinin gündeminde olmuş, birkaç sefer de ihale yapılmış, iptal edilmiş. Bunun sebebi, BÜROKRASİ ve firmaların kendi aralarında sonuca rıza göstermemesinden kaynaklanan anlaşmazlıklar. Bunların hiçbiri bahane olmamalı. Ben Milli Savunma Bakanı'na 'Gerekirse doğrudan temin suretiyle bu işi hemen halledin' dedim.”
Sayın Binali Yıldırım'ın açıklamasını okuyunca ne düşündünüz?
Ben dedim ki;
“Bürokrasi” ve “kimi bürokratlar”, nice vatan evlâdını kaybetmemizin müsebbibi oluyor bu durumda.
Sadece bu “kaza”(?)da değil, benzeri kazalarda yaşanan kayıpların da sorumlusu.
Bürokrasi!..
IMF'ye diz çöktüren Yeni Türkiye…
Savunma Sanayii alanındaki dev atılımları ile övünen Yeni Türkiye…
Ve…
“Böylesine hayati bir konuda” bile yıllarca “takoz” olabilen bir bürokrasi!..
Biz, 40 yıldır acımasız terörle mücadele eden bir devletiz.
Bu alandaki en tecrübeli devletler arasında yer alıyor ve cümle âlemi bu tecrübelerimizden istifadeye çağırıyoruz.
Hepimiz…
Milyonlarca vatan evlâdı, Yeni Türkiye'nin atılımları ile övünürken…
“Bürokrasi'nin tıkaması ve “firmaların kendi aralarında sonuca rıza göstermemesi” gibi meselelerden dolayı…
Kahraman vatan evlâtlarını kaybediyoruz!..
Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Sayın Binali Yıldırım; dahildeki ve hariçteki legal-illegal şer odakları ile mücadele yolunda ellerini değil, kafalarını taşın altına koymuşken…
Kahramanlarımız, 15 Temmuz'da; tanklara, uçaklara kafa atarak tarihin nadiren kaydettiği fedakarlıklara imza atmışken…
“Bürokrasi”, ülkeme böylesine büyük kayıplar yaşatabiliyor, hadi bir de “kimlerse onlar”, bir takım firmalar!..
Şehitlerimizin, şehit yakınlarımızın, gazilerimizin, gazi yakınlarımızın elleri yakalarımızda…
Bakırköy'deki olayı hatırlayın:
Cenaze namazının kılındığı esnada kar yüklü tentenin çökmesinden kaynaklanan kayıplarımızın hesabı, bir cami görevlisinden çatır çatır sorulurken…
“Engel Tanıma Sistemi”ni engelleyenler, “yürek yangınına sebep olanlar” Yargı'ya hesap vermeyecek mi?
Verecek umarım.
Ha bu arada; ekranlarda boy gösteren terörle mücadele uzmanları, ne bileyim, savunma uzmanları filan…
Bunlar…
Acaba?
Böylesine büyük bir eksikliği, bu müessif “kaza”(?) meydana gelene kadar dile getirdiler mi?
Doğrusu ben, pek rastlamadım.
Belki de gözümden kaçmıştır, görenler lütfen göstersin!..
Bir de…
Terörle mücadelede görevli komutanlarımız, “hayati” konulardaki eksiklikleri Genelkurmay Başkanlığı'na bildiriyorlardır mutlaka.
Genelkurmay da yukarıya bildiriyordur…
Ya da…
Bildiriyor mu acaba?
Burada da mı “bürokratik” engeller var?
Yani…
“Bilgi akışını” tıkayan birileri mi var?
Ya, ne diyorum biliyor musunuz?
Bu “Başkanlık Sistemi”ne iyi ki “evet” demişiz!..
İnşallah, 2019'da bürokratik oligarşiye son vermiş olacağız!..
Allah Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'a sağlıklı ve uzun ömürler versin.
İşe Bak; Zorunlu Eğitim 13 Yıl Oluyor!..
Okul öncesinden de bir yıl, 13 yıl mecburi eğitim!..
Yetmez…
Zorunlu eğitim olmuşken 40 yıla çıksın!..
Öyle ya:
Süresi ne kadar uzunsa, eğitim de o kadar iyi olur!..
Okul öncesinden aldığımız çocuğu, yaşlandırana kadar sistem içinde tutuyor…
Kafasını işlevsiz “malzemelerle” dolduruyoruz…
CHP de bunu istiyor zaten;
Uzasın, iyice uzasın ki işlevsiz süreç…
İyice işe yaramaz hale gelsin genç!..
Olan kabiliyetleri de körelsin!..
Çocuk…
Delikanlı…
Genç…
Olgun genç…
Orta yaşlı!..
Mezun!..
İş arar!..
Para biriktirir!..
Erkekse Askere gider!..
Gelir…
Evlenir…
Kızsa 28, erkekse 30.
Sayın Cumhurbaşkanımız Fatih Sultan Mehmet Hazretleri'nin 21 yaşında İstanbul'u Fethedişi ile övünür haklı olarak…
Hepimiz övünürüz…
Bir de, 18 yaş malûm, “milletvekili seçilme yaşı” oldu!
Zorunlu eğitimi ya bitirebilir ya bitiremez 18 yaşındaki genç, öyle ya, bunun sınıfta kalması da var.
Düşünüyorum;
Kaç yaşında mezun, kaç yaşında hayata atılmış, kaç yaşında yuva kurmuş olacak?
Kaç yaşında anne-baba olmuş!..
Kaç yaşında, dede-nine!..
Dede ve nine sayısı hızla azalıyor…
Bu “torun sayısı”nın da azalması demektir!..
SAYIN ALİ YALÇIN'A SORDUM
Eğitim Bir Sen ve Memur Sen Genel Başkanı Sayın Ali Yalçın'a sordum:
“Zorunlu eğitimin 13 yıla çıkmasını destekliyor musunuz?”
Dedi ki;
“Bu teşvik edilmeli ama zorunlu hale getirilmemeli.
Zorunlu hale getirmek birçok probleme yol açar!..”
Evet, açar!..
Hepsini yazmayı uygun görmediğimiz nice probleme…
Yol açar!.
YÜKSEK ÖĞRETİM'DE HALİMİZ NİCE?
Eğitim Bir Sen ve Memur Sen Genel Başkanı Sayın Ali Yalçın, “Yüksek Öğretime Bakış 2017 İzlenim ve Değerlendirme Raporu” adlı çalışmalarını basına tanıttı.
Biz de, “eğitim” faaliyetlerine olan özel ilgimizden dolayı, orada olduk.
E, tabi, nasıl ilgi göstermezsin;
Memleketin her yanını duble duble yollarla, en hızlı otomobilden daha hızlı ulaşım sağlayan tren raylarıyla, köprüler ve barajlarla doldursak da…
IMF'ye diz çöktürsek, en baba global ekonomik krizleri “teğet” geçirtsek,
cümle şer odaklarının kalplerine “Yeni Türkiye Korkusu”nu düşürsek de…
Şu “eğitim” işlerini bir türlü yoluna koyamıyoruz!..
Dönemler geçiyor, düzenler değişiyor ama bir şey değişmiyor:
“Eğitim ve Kültür alanlarındaki iktidarsızlığımız!”
E, ondan şikayet, bundan şikayet, nereye kadar?
Dedim ki kendime epeyce vakit evvel:
-Madem elin kalem tutuyor ve ağzın laf yapıyor, şu “eğitim işlerine” elinden geldiğince katkıda bulun…
Bu şuurla “eğitim” alanındaki etkinliklere iki elim kanda değilse katılmaya çalışıyorum.
Bu da onlardan biri;
Üniversitelerimizin hali nicedir?
Eğitim Bir Sen ekibi hazırlamış.
Genel Başkan Ali Yalçın kamuoyuna takdim ederken dedi ki;
“Bu Rapor sayesinde, Türkiye Yüksek Öğretim Sistemi'nin EMAR'ı çekilmiştir..”
Bakalım mı şöyle bir sonuçlara:
- Türkiye'de 1983 yılında 335 bin olan toplam yükseköğretim öğrenci sayısı 2016'da 7 milyonu aştı.
- Türkiye, Avrupa'nın en büyük yükseköğretim sistemine sahip hale geldi
- Yükseköğretim öğrencilerinin yaklaşık yarısı “açık öğretim” programlarına kayıtlı. Açık öğretimcilerin sayısı her geçen yıl artıyor. Bu pek iyi bir durum değil. (Bence çok kötü bir durum, istatistikleri düzeltiyor ama bizi yamultuyor!)
- Zorunlu eğitimin 12 yıla çıkarılmasının da etkisiyle liseden mezun olanların sayısı her geçen yıl artıyor. Dahası, halen üniversite giriş sınavına başvuranların çoğunluğu bir yükseköğretim programına yerleştirilememekte. (Her geçen yıl daha fazla aday boşta kalacak; istatistik düzelten açık öğretim de olmasa, durum daha fena!)
- Yükseköğretim mezunlarının sayısı hızla artıyor. 1996'da 175 binden olan mezun sayımız 2016'da 803 bine çıktı. Buna rağmen, halen Türkiye'nin 25-64 yaş aralığındaki yükseköğretim mezuniyet oranı (%18), OECD ülkeleri ortalamasının (%36) oldukça gerisinde. Ayrıca, Türkiye'de yüksek lisans ve doktora mezunu olma oranı ve sayısı, OECD ülkelerine kıyasla oldukça düşük.
- 1981'de 19 olan yükseköğretim kurumu 2016'da 183'e yükseldi. Bu bile yeterli değil. Misal; 1 milyon kişi başına düşen üniversite sayısı Türkiye'de 2,1 iken, bu rakam ABD, Rusya, Danimarka, Malezya, Polonya, İsviçre ve Norveç'te 10'un üzerinde. Yeni yeni üniversitelerin açılması gerekiyor yani. (Adam gibi üniversite ama!)
- Yüksek lisans ve doktora yapan sayısının görece az olduğunu söylemiştik. Türkiye'nin öğretim üyesi ihtiyacı dikkate alınarak yıllık doktora mezun sayısının 5-6 binlerden, 2023 yılına kadar en az 15 bine çıkartılması lazım.
- Yükseköğretimdeki büyümenin önemli etkisi; 1983-2016 yılları arasında kadınların yükseköğretime katılımında önemli bir artış gerçekleşti, erkek ve kadınlar arasındaki okullaşma farkının kapanması bir yana… Kadınlar öne geçti. Mezunlarda da böyle; 1996 yılında lisans düzeyinde 100 erkeğe 73 kadın mezun olurken, bu oran 2015 yılında 100 erkeğe 118 kadın olarak değişti. (Kadınlar bize fark attı. Bu da gösteriyor ki, her ile en az bir üniversite açılması bu bakımdan yararlı oldu.)
- Yükseköğretime erişimi artırırken eğitim kalitesinin düşürülmemesi için öğrenci başına yapılan harcamaların artırılması gerekiyor.
Üniversiteler; AR-GE, gelir getirici veya toplumsal destek projeleri, danışmanlık, uzaktan eğitim ve yaşam boyu öğrenme gibi alanlarda faaliyetlerini artırmalı. (Bunlar çok çok az ve olanların çoğu da göstermelik!)
- Türkiye'de sayıları 400 binin üzerinde olan öğretmen adayı atama beklemekte. Hâl böyleyken, pedagojik formasyonun son iki yıldır hiçbir kontenjan kısıtlaması gözetilmeden hemen herkese verilmesi ciddi sorunlara gebe. KPSS eğitim bilimleri testine girmiş ve atama bekleyen yaklaşık 400 bin öğretmen adayı, mevcut eğitim fakültelerinde yaklaşık 300 bin öğrenci ve pedagojik formasyon programlarına başvurabilecek kaynak fakültelerde en az 700 bin öğrenci sayısı dikkate alındığında, yakın gelecekte KPSS eğitim bilimleri sınavına başvuracak öğretmen aday sayısının 1 milyona ulaşması muhtemel. (Milli eğitim öğretmen ihtiyacının 90 bin olduğunu söylüyor. 1 Milyon öğretmen kapına dayandığında ne yapacaksın bakalım! Bu işleri planlamak lazım)
- Bir de “YÖK” meselesi var. YÖK her işe müdahil. “Plânlama, koordinasyon, kalite güvencesi mekanizmaları oluşturmak, eşgüdüm” çerçevesiyle sınırlanması gereken YÖK, aynen devam ediyor. Bu olmaz!..
Evet…
Raporun özeti böyle.
Üniversite işi de iyi gitmiyor pek…
İyi olacak İnşallah.
Bakalım.
MAÇ VARMIŞ, İZLEMEZ OLAYDIM!..
Baktım, maç varmış TRT Spor'da.
Göztepe ve Eskişehir Süper Lig'e çıkmak için kapışacakmış.
Spiker, “Heyecan fırtınasının başlamasına çok az bir süre kaldı!” filan diye gazlayınca “Biraz bakayım.” dedim.
Başladı maç…
O da ne;
Yüzlerce “taraftar” ellerindeki yanıcı, patlayıcı maddeleri sahaya fırlatmaz mı?
Gözgözü görmüyor, içeriden anlattıkları kadarıyla, “Nefes almak neredeyse imkânsız!”
Stadı tepeden çekmişler, resmen yanıyor!..
Neyse…
Biraz vakit geçti, epeyce vakit yani, sonra duman dağıldı.
Maç başladı.
Ben koptum.
Sonra aklım gitti, bir daha açtım televizyonu.
Yine yanıyor ortalık!..
Yine atmışlar ellerine geçeni, yine yangın!..
Çoluk çocuk var, kadın var, yaşlı var, kalp hastası var, astım hastası var…
Onbinlerce insan…
Eskişehir ve Göztepe taraftarlarının kahir ekseriyeti şuurlu, tertemiz maç izliyor ama ne yapsınlar, bir kötünün yedi mahalleye zararı var.
Kötü de bir değil; en az bin, yanlış saymadıysam!..
Yani…
Ne oluyor, bu insanlık mıdır, nedir, takımınızı sevdiğiniz için mi böyle yapıyorsunuz?
Takım sevgisi dedikleri bu mudur?
İnsanların can güvenliklerini ne kadar çok tehlikeye atabilir, sağlıklarına ne kadar zarar verebilir, sahayı ne kadar berbat edebilir ve sözde desteklediğiniz kulübe ne kadar ceza aldırabilirseniz, o kadar iyi taraftar mı oluyorsunuz?..
Bunlar bir yana…
O koca koca maddelerin stada, statlara sokulmasına seyirci kalan, destekçi olan “ilgililere” ne demeli?
Sadece Antalya'da değil, hemen her yerde yaşanan bu çirkinliklere “sebep olanlara” bir şey olmaz bu memlekette.
Olan garibanın ciğerlerine olur!..
TRABZON-RİZE KAVGASI
Gâvur bu futbolu iyi bulmuş; iyice bölüyor, dağıtıyor bizi!..
Zaten bir araya gelme sıkıntısı yaşarken…
Bir de bu muhabbet;
Trabzonspor kendi evinde Bursa'ya yenilince…
Maçını kazanmasına rağmen küme düşüyor Rize.
Böyle olunca da Rizeliler isyanda!..
Aradan 1000 yıl geçse de unutulmayacak bir “kelek”miş bu!..
Trabzon ve Rize;
Benim iki sevgilim.
Futbol yüzünden “birbirine” girmiş durumda!..
Aralarındaki sıkıntı iyice büyümüş durumda!..
Olur mu bu!
Şampiyonluklar, kümede kalmalar, atmalar, yemeler, yenmeler, yenilmeler, geçer, gider...
Bir oyun bu, o kadar!..
Ya bu gâvur gerçekten iyi bulmuş bu futbolu; eğitimmiş, kültürmüş, işmiş, aşmış, düşünmüyor da vatandaş…
Varsa yoksa top!..
Top gibi oynuyor elin oğlu bizlerle!..