Baba yarısı
Dört beş yaşlarındayım, vakit gecenin bir yarısı, öperek uyandırdılar. Amcam askerden izne gelmiş. Aldığı hediyeyi vermek için bekleyememiş sabahı. Lambanın ışığından korunmak...
Dört beş yaşlarındayım, vakit gecenin bir yarısı, öperek uyandırdılar. Amcam askerden izne gelmiş. Aldığı hediyeyi vermek için bekleyememiş sabahı. Lambanın ışığından korunmak için kısılan gözler ve paketin açılırken çıkarttığı hışırtı zihnimde taptaze, az önce gibi. Bir de traşlı ve mütebessim asker çehresi, neşeyle parıldayan gözler, havaya atılırken elimden düşürmemeye uğraştığım beyaz bir oyuncak at... Belki de ilk olarak o zaman anlar gibi olduğum fakat şimdi tam manasıyla ne demek olduğunu ancak kavradığım o ifade: Amca baba yarısıdır.
Yedi sekizli yaşlar... Bir zikir halkasının orta yerindeyiz. Yanık ilahiler, Allah deyip kendinden geçen insanlar, gözyaşları ve cezbeler arasında bir muhabbet meclisine ilk adım atışım. Kapıdan girişte kalbime dolan heyecan ve tereddüdü, elimden tutuşuyla muhabbet ve güvene dönüştüren adam, amcam. O güvenden aldığı güçle bana yüzmeyi öğretişini unutabilir miyim, asla. Köydeyiz, kayalıklar arasında küçük bir gölet, Gürleyik. Uzunca bir dal bulmuşuz, bir ucundan ben tutuyorum, bir ucundan o. Suya giriyoruz birlikte, korkuyorum ama dalın diğer ucundan amcam tutuyor, rahatım. Devam et diyor, çok güzel, işte böyle, bak yüzüyorsun. Yüzüyorum hakikaten ama ses neden giderek uzaklaşıyor? Kafamı çevirip bir bakıyorum ki amcam bir kayanın üzerine çıkmış oradan sesleniyor, panikle batıyorum, gülerek atlıyor suya, sitem ediyorum önce sonra ben de gülmeye başlıyorum. Amca baba yarısı...
Çocukluğumun bayram sabahları onunla güzeldi. Ankara’da küçük bir bahçe içinde, iki katlı bir ev. Evlenmiş amcam, alt katta oturuyor. Bayram namazından sonra merhum dedemin ardı sıra eve doğru gelişlerimiz, bizi bahçe kapısında karşılayan rahmetli babaannemin ardı sıra dizilmiş evin hanımları ve küçük çocuklar... Üst katta kahvaltı, sohbet, bayramlaşma derken amcama gitmek için sabırsızlanışlarım... En çok harçlığı o verir çünkü benim amcam dünyanın en zengin insanı.
Omzunda halı sattığı günler geçmiş, artık bir mobilya dükkânı var amcamın. Liseye gidiyorum, okul çıkışı uğrarım bazen. Diyor ki, bu akşam bir eve mobilya kurmaya gideceğiz, gelir misin? Gelmem mi... Gidiyoruz, ne işten anlarım hâlbuki ne bir şey. Yardım ediyorum mobilyaların taşınmasına, vidaları ayırıyorum, çekici uzatıyorum, çekmeceleri takıyorum ve iş bitip evden çıkarken ev sahibi avcuma bir harçlık uzatıyor. Bu benim kazandığım ilk para, şaşkınım. Bir kaşını her zaman yaptığı gibi yukarı kaldırıp gülüyor amcam, artık erkek oldun der gibi. Sonra bir gün geliyor gerçekten erkek oluyorum, âşık oluyorum çünkü. Çok seviyorum çok. Fakat kızı vermeyecekler gibi. Eve geliyorum bir akşam, diyorlar ki amcan seni çağırıyor. Alt kata iniyorum hemen, gel diyor seninle biraz dolaşmaya çıkalım. Biniyoruz arabaya, yüksek bir tepede duruyoruz, Ankara ayaklarımızın altında, konuşmuyoruz hiçbir şey. Cebinden bir paket sigara çıkarıyor, şaşırıyorum, içmez. Bir sigara yakıyor acemice, yakışmıyor ellerine, güleceğim gülemiyorum. Paketi bana uzatıp yak diyor. Olur mu diyorum, senin yanında estağfirullah amca, acemice öksürerek yak yak diyor. Şaşkınım, bu da neyin nesi şimdi. Elini omzuma koyuyor, ne yaparsan yap yanındayım diyor. Aşk güzeldir, ne yap yap geri adım atma, bir ömür içine yara olur sonra. Sen sakın kafana takma, üzülme, isteriz, olmuyorsa kaçırırız yeğenim, biz ne güne duruyoruz burada? Amca ah amca, baba yarısı...
Evleniyorum o kızla, kaçırmadan, Allah’ın emri, peygamberin kavliyle. İstanbul’a taşınıyoruz, amcam da İstanbul’da. Zaman akıp geçiyor hızla, benim çocuklarım büyüyor, onun torunları oluyor. Dükkânına uğruyorum bazı bazı, dertleşiyoruz. Çocuklarına kızıyor arada, gülüyorum. Babam bana kızınca sen araya girerdin hatırlıyor musun diyorum. Bir kaş yukarı kalkık, hatırlamaz gibi yapıyor. Sen de yaşlandıkça babama benziyorsun diyorum, anlamazdan geliyor. Hızla akıp geçiyoruz içinden zamanın, ben kırkıma basıyorum amcam elli altıya merdiven dayıyor ama hâlâ baba yarısı.
Ankara’ya taşınıyor, son bekâr evladı da nişanlanmış, işleri fena değil keyfi yerinde. Geçen hafta Çankırı’da bir program sonrası kulise geçiyorum. Abdullah; hacım diyor biraz otur istersen. Yüzüne bakıyorum bir sıkıntı var, belli. Amcan diyor bir trafik kazası geçirmiş, hastanedeymiş. Metanetimi korumaya çalışıyorum, ona bir şey olmaz biliyorum ama içim acıyor. Babamı arıyorum, ağlıyor, yoğun bakımdaymış Veli amcam. Arabaya biniyoruz, susuyorum, gelmiyor elimden bir şey. Biraz hızlı git diyorum şoför arkadaşa, biraderleri arıyorum sıradan. Kalbi iki defa durmuş diyorlar, bacakları kırıkmış, karnından da darbe almış. Dualar ediyorum, bir beyaz at geçiyor gözlerimin önünden, hatıralar diziliyor birbiri ardınca karşımda, silip atmaya çalışıyorum bütün hatıraları kafamdan. Yaralılar için böyle olmaz biliyorum çünkü. Ancak göçenlerin ardından... Allah’ım diyorum, her şey senden, şifa ver ne olur baba yarısına. Yol bitmiyor, bitmek bilmiyor. Babamı arıyorum, açmıyor, biraderi sonra, dayımı... Telefona çıkmıyor hiç kimse, sızlıyor kalbim, içim acımıyor bu defa yanıyor, yutkunuyorum. Yol bitti mi yoksa, Allah’ım ne olur... Ne kadar yolumuz kaldı diyorum arkadaşa, dayım arıyor. Durum nedir, diyorum, ağlıyor dayım. Haberin yok mu Serdar, Veli’yi kaybettik...