İsveç’te bayram sabahı
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a,Sevdiğim bir insanla vefatından beş asır sonra gurbet elde karşılaştım desem en çok neye şaşırırdınız? Dâr-ı bekâya...
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a,
Sevdiğim bir insanla vefatından beş asır sonra gurbet elde karşılaştım desem en çok neye şaşırırdınız? Dâr-ı bekâya göçmüş bir insanla beş asır sonra karşılaşmak mı sizce daha ilginç; yoksa gurbet elde karşılaşmak mı? Zaman mı mekân mı?
Beni şaşırtan zaman değildi. Çünkü biz onunla daha önce de pek çok kez karşılaşmıştık. Süleymaniye Camii’nde bir bayram sabahı, arka saflardan birinde onu nefer esvabıyla otururken görmüş ve şaşırmıştım, “Niçin ilk safta değil de burada kılıyor namazı” diyerek. Sonraki yıllar boyunca bayram namazı için her Süleymaniye Camii’ne gidişimde onu hep aynı yerlerde, hep arka saflarda görecek ve artık şaşırmayacaktım. Öyle ya, türbesinin nerede olacağını tespit ederken kendi eserine mütevazı bir imza atarcasına yer seçen zat, elbette buralarda olacaktı, ön safta değil.
Sonraki yıllarda sunuculuğunu yaptığım bir sahur programı için bir ay boyunca Süleymaniye Camii’nin avlusunda bulunmak nasip oldu. Teravihi geç vakte bıraktığımız bazı geceler, kalbimizin bile tenhasında iken, bomboş caminin en arka saflarında kılardık namazı da yanımdaki arkadaşlar şaşırırdı. Onu arardı gözlerim ama karşılaşamazdık hiç, belli ki meşguldü hazret, gidip bakacak çok yeri vardı üstelik. Üç yüz elliden fazla yerde bekleniyor olsanız bir gecede kaçına varıp selam verebilirdiniz ki? Çaresiz bayram sabahlarını bekleyecektik. O da görebilirsek…
Bayrama kalmadı, Edirne’de bir sabah namazında karşılaştık. Tesbihat bitti, kalktım ayağa, çıkacağım dışarı, hayran hayran seyrediyorum Selimiye’nin kubbesini. Bir de baktım ki müezzin mahfilinde oturuyor o sade elbisesi ve mahcup tavrıyla. Sevindim, bir selam verdim başımla, belki hatırlar diye umut ettim; selamı üstüne alan müezzin kardeşim yanıma geldi “abi hoş geldiniz” diyerek. Merhaba dedim müezzin efendiye, gözlerim mahfilde hâlâ, tebessüm ederek çıktı gitti camiden. Nasip...
Hiç ummadığım bir anda Mekkeli bir akşam vakti çıktı karşıma. Fakat gurbet dediğim bu değil. Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere için gurbet diyenin alnını karışlarım. İnsan umut ediyor bir çift kelam etme fırsatımız olur mu diye. Öyle ya bu kaçıncı göz göze geliş, ama nafile. Hep acelesi var hazretin, hep bir yere koşturur gibi, sanki gittikten sonra da, gittikten sonraya kalacak işler yapma telaşında. Bu toprakların hatırına bir musafahayı olsun esirgemez demiştim, yine olmadı. Vuslat başka bahara... Bosna Hersek’te bir yandan hızlı adımlarla yürür, bir yandan yanındakilere bir şeyler anlatırken gördüm yıllar sonra, koşturdum ardından, Sofu Mehmed Paşa Camii’nin haziresini geçer geçmez kayboluverdi gözden. Gurbet dediğim bu da değil ama. Mekke-Medine’yi gurbet bilmeyen millete Balkanlar mukaddes diyardır, akıllı olun!