O adam gelmez!
Hemen herkeste bir serzeniş var: “Neden tefekkürümüze yön verecek, sanatıyla çığır açacak, şiiriyle kalbimizi sorgulatacak, eseriyle yarınlara mühür vuracak insanlar artık yetişmiyor?” Cahit Abi...
Hemen herkeste bir serzeniş var: “Neden tefekkürümüze yön verecek, sanatıyla çığır açacak, şiiriyle kalbimizi sorgulatacak, eseriyle yarınlara mühür vuracak insanlar artık yetişmiyor?” Cahit Abi şiiriyle inceden bir kalbe davetti oysa, Erdem Abi sana, bana, bize, vatanımıza dair asil bir ızdırap, Akif Abi Türkiye derdiyle hiç olmadığımız bir sahada bizi var eden feraset ufku... Necip Fazıl Bey varlığıyla şiirin, tefekkürün, aksiyonun, çilenin hudutlarını zorlayan bir divaneydi, Nurettin Topçu aklın büyük sorularını kalbin mütevazı duruşu önünde diz çöktüren asalet, Fethi Abi fikir, sanat ve siyaset sahasında tanıdığımız neredeyse herkesin şahsiyet hamurunda parmak izleri olan gözü yaşlı bir fedakârlık... Rasim Abi kelimeler hizasında adam yetiştiren bir gül, Sezai Bey düşünce dünyasına bizce bakışın asil ve ulvi yalnızlığı, Nuri Abi sükût suretinde meram anlatan hâlâ genç bir heyecan, İsmet Özel, dün dediklerinin bugün gerçekleşmesiyle, bugün dediklerine yarınlar için kulak değil kalp kabartmanın zaruretini ihtar eden pür şiir... Say say bitmiyor, bitmez, bitmesin!
Yedi güzel adamımız vardı tamam ama yeni güzel adamlarımız nerede bizim? Düşünen kafalarımız, sızlayan kalplerimiz var hamdolsun hâlâ, ahir ömürlerinin eşiğine gelip durmuşlar, Allah uzun ömür versin cümlesine. Peki yeni, başka, bugüne söz söyleyecek, sözünün yankısı Doğu’da ve Batı’da çınlayacak birisi niye yok, neden gelmiyor, niçin yetişmiyor bir şair, bir münevver, bir sanatçı, bir yazar, bir dava adamı, bir biz? Yazının sonuna bırakmadan vereyim cevabımı, gelmez artık öyle birisi ve korkarım gelemeyecek!
Fikirlerini muteber, şiirlerini güzel, çağrısını endamlı bulduğumuz bu zatların hemen hepsi tek parti döneminin zorlu, baskıcı, despot ikliminde dünyaya geldiler. O şartlarda okudular, yokluğu katık ettiler emeklerine, aşağılanan bir duruşun, horlanan bir inancın bayrağını dalgalandırdılar sohbetlerde, satırlarda, buldukları mecralarda, başkalarının Türkiye’sinde. Bedel ödediler; yazdıkları için, düşündükleri için, oranın konforuna değil buranın çilesine talip oldukları için. Ama dert etmediler, dünyaya alacak çekleriyle gelmiş olanların anlayabileceği bir şey değildi onların vakur duruşlarıyla altına imza attıkları borç senetleri. Almaya değil vermeye gelmişlerdi dünyaya. Mazlum, masum, mahzun Anadolu insanına hizmet ederek, yetmiş iki bin evliya dölü olan bu mukaddes Anadolu coğrafyasını yeniden i’la-yı kelimetullah ve nizâm-ı âleme yurt eyleyebileceklerinin farkındaydılar. Zaferi dert etmediler hiç, sefere gönül verdiler. Zafer, “ben” budalalarının meselesiydi çünkü, sefere ancak “biz”le çıkılırdı.
Niyetleri halis, hedefleri mukaddes olunca Allah yardımını esirgemedi onlardan. Paris’in gündüzünü görmeyen Kaldırımlar’ın bohem şairini, Ağa Camii’nin vaaz kürsüsünden attığı nazar okuyla mıhladı istikamet burcuna. Abdulhakim Arvasi hazretlerinin dizi dibinde talim etti “büyük sanatkârlığın” yol haritasını sâbık şair. Nurettin Hoca Sorbonne dönüşü eski dostu Sırrı Bey’e; “papazlar da yalan söylüyorlar hocalar da” diyerek ateizmin eşiğinden şarkılar mırıldanıyordu. Aziz Efendi’nin iki sohbeti, bir çift paşmağıyla avladı ilahi kudret hocayı, dipsiz inançsızlık çukurundan alıp abdestsiz derse girmekten imtina eden ubudiyet zirvelerinde dolaştırdı. Cahit Abi, Fethi Abi’yi ikinci görüşünü anlatırken, önü sıra yürüyen bir Bey Amca’dan bahseder. “Birlikte girdik odadan içeri, Fethi Bey oturduğu yerden fırlayıp elini öptü önümdeki zâtın, bir baş hareketiyle bana da işaret ederek o eli öpmemi öyle bir ihtar etti ki, dediğini yapmasam İstanbul yıkılacak, kıyamet kopacak zannettim.” Yaz emri olmadığı için sadece okuyan Arapgirli yapayalnız bir garipten başkası olmayacaktı Gemuhluoğlu, Ahmet Tahir Efendi’nin eteğine yapışmasaydı. Erdem Abi, Sebep Ey sırrını Abdurrahim Efendi Hazretleri’nin gözünün yeşil serinliğinde seyretti ve onun ellerinden tuttuğu an “çiçeğe durdu kalbi.” Rasim Abi ve Cahit Abi aynı halkada evvela derde düştüler benim efendim, sonra gelip derman aradılar mürşid eteğinde. Adam adama baka baka adam oluyordu zira. Gönüllere söz söylemek, sükûtuyla irşad edenlerin gönlüne girebilenlerin harcıydı ancak.
Bugün toprak mümbit, iklim müsait ama gelmez öyle güzel adamlar. Müteahhit yetiştirmeye teşne zamanlarda yetişmiyor zira mücahit dediğin. Bundandır belki de bizim kuşağın harbi Müslümanlığının en klas zamanlarının 28 Şubat günlerine denk düşüşü. İnsan dediğin nimeti elinden alınacak olunca fark ediyor en çok. ‘İstediğin gibi yaşayabilirsin dinini’ günleri gelince başörtülü kaymakamımız, hâkimimiz oluyor ama tesettürlü kızımız kalmıyor uğruna sokaklarda kavga edeceğimiz. Rahatlık mevsimi gelip çattı mı bir kez, almanın zevkini tadıyor zenci fukara ve vermenin onurlu ızdırabına talip olmuyor yüzü konfor pudrasıyla ağartılmış eski dava adamları. Mürşid eteğinden tutmak, kör olası FETÖ belasından bu yana devlete kast etmekle eş değer yazılmaya başlandı yüksek tepelerde farkında mısınız? Sakarya Türküsü’nü meydanlarda bağırarak okuyanlar, bugün hayatta olsaydı Necip Fazıl’a nasihat ederlerdi; “ne işin var senin Kaşârî dergâhı şeyhiyle filan” diyerek. Fethi Abi gizli gizli giderdi Ahmet Tahir Efendi’ye, Cahit Abi ulu orta dizeler okuyamazdı Salih Baba’dan, Nurettin Hoca çıkacak ekran bulamazdı dert anlatmaya.
Biz de durmazdık durduğumuz yerde tabii. Artık hepimiz her şeyi biliyoruz nasıl olsa herkesten çok. Necip Fazıl’ı bir belediye konferansına gitti diye aforoz ederdik ergen sivilceli tivitlerimizle mesela. Âkif’i “Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı” dediği için cinsiyet ayrımcılığıyla suçlar şiirlerini çıkarırdık MEB kitaplarından, Cemil Meriç’in bir yazısından eleştiri kokusu alır, “bu zamanda yazılacak şey mi bu” diye linç ederdik bir kalemde. Fethi Abi burs vereceği öğrencilere “şeyhinin dediğini mi yaparsın bizim dediğimizi mi” diye sormuyor ama “sen hiç âşık oldun mu” diye soruyor deyip TT listesinin başına taşırdık Türk Petrol Vakfı’nı. Erdem Abi, Başçarşı’da merhabalaştı Davutoğlu’yla diye okumazdık bir daha şiirlerini, Rasim Abi, Gül Yetiştiren Adam derken kimi kast ediyor diye sorar çiziverirdik üstünü, Akif Abi’yi sendika kurmaya çalışıyor diyerek sosyalist olmakla itham ederdi sunucu müsveddesinin birisi vererek mehteri. Cahit Abi “Sana zorsa bırak yanayım” dediği için ilahiyat talebeleri tarafından sosyal medyada linç edilirdi, Nurettin Hoca İstanbul Sözleşmesi bağlamında bir tivit atıp KADEM’e dokunurdu hafiften; troll ilan eder, çakalların önüne atardık hocayı. Dücane, karşı mahalleye taşınırdı mesela ve muteber olmazdı fikirleri vaktiyle bir selamına bir kurban kesecek kadar hocayı seven müstafi talipler nezdinde bile...