Çanakkale Köprüsü üzerine
Aslında ben köprüler üzerine düşünmeye 'Sanat Neye Denir' başlıklı 6 Ağustos'ta yayınlanan yazıma hazırlık yaparken başlamıştım. O yazımda sanat ürünlerini mal olmaktan...
Aslında ben köprüler üzerine düşünmeye ‘Sanat Neye Denir’ başlıklı 6 Ağustos’ta yayınlanan yazıma hazırlık yaparken başlamıştım.
O yazımda sanat ürünlerini mal olmaktan çıkarmak için sanatlarını özellikle tabiatın ücra köşelerde sergilemeye girişen sanatçıların en iyi bilinenlerini incelemiştim.
Büyük boyutlu olan bu eserler temelde tabii ki birer 'yerleştirme sanatı' biçimiydiler.
Sanatçılara bu yerleştirme sanatları için Amerika’nın batısı ve özelikle çölleri büyük sergileme imkanları vermişti.
Yazı bu boyutuyla tabii ki çöl kavramının da ayrıca incelenmesini gerektiriyordu.
'Çöle estetik sevgi duymak' başlıklı 20 Ağustos'ta yayınlana yazımda sanırım bunu tatmin edici biçimde yaptığımı düşünüyorum.
Yazıya hazırlık çalışmalarımda çölü estetik bir şekilde konumlayan birçok fotoğrafı da inceledim.
O sayede yeni tanıdığım fotoğraf sanatçısı Richard Misrach’ın ‘Çöl Kantoları’ (Desert Cantos) adını verdiği çöl fotoğrafları serisini görünce büyülendim.
Ama onun çalışmalarına bakarken aynı zamanda San Fransisco’daki ‘Golden Gate Köprüsü' üzerine fotoğraf çalışmasını da gördüm.
’Sanat neye denir’ başlıklı çalışmamda tabiatın ortasına yerleştirilen dev boyutlu eserlerin çölün verdiği sonsuzluk duygusuyla da muhteşemlik, yücelik anlamında sanatta 'sublime’ kavramını oluşturduklarını da görmüştüm.
Misrach’ın köprü fotoğraflarını görünce bunun ötesinde ne Amerika’nın sanatta daha da batısına gidilebilmesinin ne de sanatta yücelik, muhteşemlik (sublime) kavramının daha ilerisinin yaratabilmesinin artık mümkün olmadığını düşündüm.