İntihar girişimini seyretmek
Geçen çarşamba akşamüstü yine bir İstanbul klasiği yaşandı. Köprü üzerinde intihar girişiminde bulunan bir kişiyi seyredenler yüzünden İstanbul trafiğinin neredeyse tümü felç...
Geçen çarşamba akşamüstü yine bir İstanbul klasiği yaşandı. Köprü üzerinde intihar girişiminde bulunan bir kişiyi seyredenler yüzünden İstanbul trafiğinin neredeyse tümü felç oldu.
Kendisini o trafik cehennemi içinde bulan benim gibi insanlar, elinde olmadan başta “Neden intihar etmek için işten çıkış saatlerini seçerler, bunu sabaha karşı yapsalar ya” diye düşünüp kızabiliyor. Ama sonra ruh hali intiharı seçecek kadar bunalmış bir insana kızmanın mantıksızlığını düşününce, tüm öfkenizi onu seyretmek için arabalarını köprü üzerinde durduran veya yavaşlatan insanlara yöneltiyorsunuz. Ö
fkemi kontrol altında tutmak için, “Şimdi ben bir çizgi film dünyasında yaşasaydım ve araba bir kaplumbağayla yarışsaydı hayvan mutlaka bizi geçerdi” diye düşündüm. Bu fikir nedense beni sakinleştirdi ve yaşadığımız trajediyi sakin kafayla düşündüm.
“Bir insan intihar girişimini neden seyreder?”, bunu analiz etmemiz gerekiyor.
İNTİHAR GİRİŞİM SÜRECİ
İntihar girişimleri, uzaktan seyretmeye hiç de uygun olmayan hadiselerdir. Olay, atlama tehdidinde bulunup parmaklığın kenarına tutunmuş ve etrafa korkulu gözlerle bakan bir kişi ile onu ikna etmeye çalışan insanın konuşmasından ibarettir.
Yani intihar girişimlerinde her şey, intiharın olduğu ana kadar son derece durağandır. Durağan olduğu kadar sıkıcıdır da. Bu nedenle Türklerin neden bu kadar çok heyecanlandıklarını ve seyretmeye hevesli olduklarını çözümlemek gerekiyor.
Ya büyük çoğunluğun beyni yaşanan olay kadar durağanlaşmış, rutin ve sıkıcı olmuş durumdadır -ki bu da büyük bir olasılıktır- ya da çoğunluğun kalbi “schadenfreude” denilen o korkunç duyguyla doludur. Bu tür duygulara felsefi isimler vermekte son derece uzman olan Almanlardan alınan bu kavram, “başkalarının acılarından, şanssızlıklarından mutlu olmak, heyecanlanmak, keyif almak” anlamına gelir.
Arthur Schopenhauer, “Kıskanmak insani bir duygudur, ama schadenfreude şeytani bir duygudur” demişti.
Her toplumda nüfusun belirli bir bölümünde schadenfreude’nin hâkim olması normaldir. Bu sayı azınlıkta kaldığında toplumlar bununla baş edebilir. Ama bizim gibi nüfusun çoğunluğunun bu duygulara sahip olduğu ülkeler nadirdir. Çoğunluk böyle olduğundan bununla nasıl baş edeceğimiz de belli değil.
İnsanın başına gelebilecek tüm bahtsızlıkların, belaların, hayal kırıklıklarının, acıların yoğun bir şekilde anlatıldığı Türk dizilerinin bu kadar çok seyredilmesi ve beğenilmesi, kötü haber veren kanalların, gazetelerin (üçüncü sayfa sendromu) popüler olması da belki bizlerin bu durumu nedeniyledir.
Schadenfreude’nin yoğun olduğu toplumlarda teröristler de avantajlı olurlar. Çünkü kendilerine veya yakınlarına zarar gelmedikçe insanlar teröristin yaptığı kötülüğü defalarca seyretmek isterler. Bu arzu nedeniyle de teröristin istediği olur ve propagandası yapılır.
Bu gibi toplumlarda adalet duygusunun oturması, yaygınlaşması da çok zordur. John Rawls, Türkiye’de yaşamış olsaydı “Adalet Teorisi” adlı kitabını yazabilmesi de bence imkânsız olurdu.
İÇİ BOŞ PROPAGANDA
İş lafa gelince, bizden daha sevgi ve kardeşlikle dolu olan neredeyse evrende hiçbir toplum yoktur. Bunun olabileceğini söylemek de büyük ihtimalle vatana ihanetle eş tutulacaktır. Bize göre tüm dünya, Türklerin insani duygularını kıskanmakta ve bize gıptayla bakmaktadır. Bu propaganda lafları iyi ve güzeldir ama ne yazık ki “intihar girişimi köprüsü” testinden geçememektedir.
Çarşamba günü sürücüler, o şanssız kişiyi köprüde görünce schadenfreude hazzı nedeniyle o kadar kendilerinden geçmişlerdir ki bazıları kaza bile yaptı.
Ceza alma korkusu olmasa, arabalarından çıkıp o anı görebilmek için “Atla” tezahüratı da yapacaklarına eminim; schadenfreude duyguları o kadar güçlü yani.
Politikacılara bakarsanız büyüğüz, güçlüyüz, mutluyuz, ama çok derinde bir anormallik de var. Ruh halimiz olağanüstü bozuk ve bunun nasıl düzeltileceği konusunda da kimsenin bir fikri yok.
POKEMON GO’NUN PSİKANALİZİ
Dijital hayata doğan kuşağı (milenyaller) tanımlayıcı özelliğin “son derece yoğun bir tatminsizlik” olduğu söyleniyor.
Ben 60 yıllık yaşamımda hangi kuşağı tanıdımsa hepsinde bu özellik vardı, ama bu kuşakta mutsuzluğun ve tatminsizliğin daha yoğun olduğu söyleniyor.
Ben bu tespitin doğru olabileceğini, beğenilen filmler ve bilgisayar oyunlarının içeriğine baktığımda görüyorum. Tüm popüler film ve oyunlar, seyirciye/ oyuncuya bir kaçış imkânı, bir alternatif hayat tasarımı sunabildiklerinde büyük başarıyı yakalıyorlar.
Game of Thrones, Star Wars gibi dizi ve filmler, Warcraft, Minecraft, Grand Theft Auto gibi bilgisayar oyunları, alternatif hayat tasarımları sundukları için başarılılar. Tüm bunlar gerçek yaşamında bıkmış, tatminsiz olan insanlara kaçış imkânı sunmaktadır. En son oyun çılgınlığı olan Pokemon GO da gerçek hayatımıza Pokemon’ları sokarak esaslı bir kaçış imkânı getirmektedir. Böyle bir basit nedenle bu oyun sürekli büyüyor ve emin olun çılgınlık daha uzun süre devam edecek.