Davutoğlu’nun üçüncü ödevi
Başbakan Ahmet Davutoğlu önceki gün İngiltere yolunda meslektaş-larımızın sorularını yanıtlarken, yönetme ve siyaset yapma bağlamında her adımda kendine bir ödev biçtiğini anlatıyor.Mesela, Ak...
Başbakan Ahmet Davutoğlu önceki gün İngiltere yolunda meslektaş-larımızın sorularını yanıtlarken, yönetme ve siyaset yapma bağlamında her adımda kendine bir ödev biçtiğini anlatıyor.
Mesela, Ak Parti’nin oyunun beşte birini kaybettiği 7 Haziran genel seçiminden sonra parti teşkilatlarının özgüvenini yukarıda tutmayı birinci ödev olarak almış.
Kendisine yüklediği ikinci ödev ülkeyi hükümetsiz bırakmama yaklaşımı olmuş.
Başbakan, “1 Kasım seçimlerinden sonraki temel ödevim toplumsal gerilimi, tansiyonu düşürerek yapısal reformların makul şekilde konuşulabileceği ortam hazırlamak” diyor.
Sırayla bakacak olursak; birinci ödev açısından 7 Haziran’ı 1 Kasım’daki zafere taşıyan yolda Davutoğlu çok çalıştı ama kuşkusuz Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere en tepeden en aşağıya kadar çok yardım eden de oldu.
Bunun sonuçları sandıktan çıktı zaten.
Ülkeyi hükümetsiz bırakmama ödevi ise yine 7 Haziran’ı bir şekilde 1 Kasım seçimine taşıma strateji çerçevesinde arızi bir süreci ifade ettiğinden işi daha kolaydı.
Sonuçta 1 Kasım’da Ak Parti siyaseti tek başına iktidarla yeniden buluştu.
Davutoğlu’nun, “toplumsal gerilimi düşürme ve bu zemin üzerinde reformların konuşulmasını sağlama” diye özetlediği üçüncü ödevine gelince...
İşte burada işi çok zor.
Başbakan, doğru noktaya işaret ediyor.
Toplumsal gerilimin hüküm sürdüğü, kamplaşmanın, ayrışmanın, tahammülsüzlüğün hakim olduğu, dahası ülkenin bir bölgesinde savaş atmosferinin galebe çaldığı bir zeminde reform konuşulmaz.
Sadece reformlar değil hiçbir pozitif adım sağlıklı konuşulamaz.
Olaya sadece siyasi rekabet penceresinden bakarsak, çok değil 7 Haziran seçimlerine doğru ilerleyen günlere bir dönelim.
CHP’nin emekliye bir maaş ikramiye vaadi etrafında yapılan tartışmaları hatırlayalım. Buna iktidar partisi ve diğer muhalefet partilerinden verilen yanıtları.
Bu vaatlerin konuşuluyor olması bile siyasetteki havayı nasıl bir anda doğal seyrine döndürmüştü.
Televizyon programlarında, kahvehanelerde, otobüs duraklarında vaatler konuşulur olmuştu.
Miting meydanlarında kavgada bile söylenmeyecek sözlerin havada uçuştuğu bir rekabetten yaka silken her görüşten vatandaş için bir teneffüs arası gibiydi.
Ama kısa sürdü.
7 Haziran - 1 Kasım arasında PKK tazelenmiş olarak, “işbaşı” yaptı. Çözüm masası devrildi.
Başkanlık meselesi bir süreliğine halının altını süpürüldü, ancak tek başına iktidarı kaybetmenin itici gücü siyasetteki üslubu topyekun sertleştirdi.
MHP, terörle mücadele üzerinden Ak Parti’ye akla gelebilecek en ağır ifadelerle yüklendi.
CHP ise Başbakan’ı Cumhurbaşkanı üzerinden vurma taktiğine sarıldı.
Hatalarıyla yüzleşemeyen HDP’nin Ankara siyasetindeki izleri yavaş yavaş silinmeye başladı.
Ak Parti’nin 1 Kasım zaferinin ardından da her şeye yeniden başlamak mümkün olmadı.
Şehit cenazelerinin art arda gelmeye başladığı, çözümün hendeklere gömüldüğü bir ortamda bunu yapmak zaten zordu.
Bu ortamda, “yeni anayasa”, siyasette uzlaşma ve ortak dil kullanabilme konusunda bir çıkış noktası olabilirdi.
Davutoğlu, bunu gördü ve başlangıçta beliren uzlaşma emarelerinin başkanlık konusundan etkilenmemesi için çaba da harcadı.
Ancak gelinen nokta iç açıcı değil.
Güneydoğu’da devletin devlet olmaktan kaynaklanan operasyonu sürüyor.
Küçük tabutunun içinde babasına eşlik eden Mevlüde’ye ağlıyoruz.
Yakılıp yıkılan sokaklar, evler, mahalleler.
Cenazeleri de örgüt siyasetine kurban giden gençler; kaybedilen kuşaklar.
Bu tabloda Ankara’da ne oluyor?
Ana muhalefet liderinin Cumhurbaşkanı’na dönük, içinde, “namus, şeref” ifadeleri geçen ağır sözleri gündemin ilk sırasında.
Cumhurbaşkanı, ana muhalefet liderine dava açıyor.
CHP lideri, “Biz darbe hukukunu ortadan kaldıralım diyoruz, onların niyeti darbe hukukunu tahkim etmek” diyor.