Devlet çocuğuma "niteliksiz" damgasını nasıl yapıştırır?
Memleketin eğitim işleriyle ilgiliyim sanıyordum ama dün farkettim ki, değilmişim. Bayağı uzaklaşmışım. Bunun sebebi de sanırım oğlumun lise eğitimini tamamlayıp, üniversiteyi yurt dışında...
Memleketin eğitim işleriyle ilgiliyim sanıyordum ama dün farkettim ki, değilmişim. Bayağı uzaklaşmışım. Bunun sebebi de sanırım oğlumun lise eğitimini tamamlayıp, üniversiteyi yurt dışında okumaya başlaması...
Bir veli olsa idim asla okulların nitelikli/niteliksiz şeklinde ayrıştırılması gibi bir rezaleti atlamazdım.
Daha doğrusu atlayamazdım, çünkü bir anne olarak eğitimle ilgili sorunlarda, sıkıntılarda bire bir ilgilenmek benim için o dönem büyük bir mecburiyetti.
Uzatmayayım lafı… Kuaförüm Hatice’ye uğradım Bodrum dönüşü. Bizim Hatice çok titiz bir manikürcüdür. Müşterisi kapıdan içeri girdiği anda tek odaklandığı şey o müşteriye en iyi hizmeti vermektir.
Dün ama o ruh halinde değildi. Biricik oğlu Doğukan yanında ve ağlamaktan gözleri şişmiş ve elinde telefon bir sağa, bir sola koşuşturup duruyordu. Tesadüf işte tam da üzerine gitmişim. Ben gitmeden az önce Liselere Giriş Sınavı’nın sonuçları belli olmuş. Ana tabii… Binbir emek verdiği, umut bağladığı, üzerine hayaller kurduğu oğlunun iyi bir puan almasına rağmen istediği okula yerleşememiş olması çok canını yakmış.
Oğlu Doğukan’ı bir yanda salya sümük, Hatice’yi diğer yanda aynı şekilde görünce biran o yıllar geldi aklıma. Bir tanecik evladımın iyi bir liseye girmesi için o zamanki adı SBS olan, o saçma sapan sınavlara hazırlanırken verdiğimiz emekler ve sonucu istediğimiz gibi olsun diye Allah’a yakarışlarım, birkaç soru yanlış yaptığı için hayalini kurduğumuz okula giremeyen oğlumun daha alttaki bir okula girdiği için ana oğul çektiğimiz ızdırap geldi aklıma…
Ve çok üzüldüm tabii… Hem Hatice’yi, hem oğlunu teselliye başladım.
Ancak öğrendiğim bilgi karşısında şunu anladım ki, ana oğulun teselli edilecek bir durumu yok! Gerçekten yaşadıkları, daha doğrusu devletin milli eğitim politikasının yaşattığı psikoloji tam bir skandal!
Onlar yine ağlayarak falan atlatmaya çalışıyorlar başlarına gelen bu felaketi... Ben olsaydım herhalde hastanelik olmuş ve serumlara bağlanmıştım!
Neden?
Çünkü devlet Hatice’nin oğlunu niteliksiz okulda okumaya layık görmüş!
Evet! Yanlış okumadınız değerli okurlarım.
Binbir emekle büyütülen, kurslara yollanıp özel ders için tonla para harcanan çocuğun aldığı puanla yerleştirildiği okulun betimlemesi; “Niteliksiz okul!” şeklindeymiş.
Allah yukarıda, Hatice; “333 puanla nasıl niteliksiz okula girer benim çocuğum! Hiç mi düşük de olsa bu puana uygun nitelikli bir okul yoktu da çocuğumu niteliksiz okula atmışlar!” derken ben sanıyordum ki, oğlunun girdiği okulu beğenmediği için kendisi böyle bir tanımlama yapıyor.
Meğerse bu tanımlama Hatice’nin değil, bir önceki Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz’ın tanımıymış. Yani devletin okullarını nitelikli ve niteliksiz şeklinde damgalamak devletin marifetiymiş!
Sonradan internete girip konu hakkında yazılanları okuyunca açık söyleyeyim şoka girdim.
Ve bir dönem epeyce tartışılan bu konuyu duymayıp, kayıtsız kaldığım için de kendimden utandım ve yerin dibine girdim.
Tüm velilerden özür diliyorum ve çiçeği burnundaki bakanımız Ziya Selçuk Hocam’a onlar adına sesleniyorum.
Hocam lütfen ilk yapacağınız iş; ülkemin okullarını, dolayısıyla müdürünü, öğretmemini, öğrencisini niteliksiz diyerek yaftalayan bu saçmalığı ortadan kaldırmak olsun!
Dün o anne ve oğlunun halini görmenizi çok isterdim. Gerçekten içler acısı. Çocuğun yerleştirildiği okulun yanında; “Niteliksiz” yazması berbat birşey!
Şahsen ben olsaydım oğlumu niteliksiz okula, niteliksiz öğretmenlerle okumaya layık gören bu sisteme isyanımı göstermek için, herhalde niteliksiz okul mezunu bir çocuk olarak damgalanacağına okula falan yollamaz dizimin dibinde oturturdum!
Not; TDK’da “niteliksiz” sözünün karşılığı; Ayırt edici özelliği olmayan, basit, düz! Nitelik bakımından üstün olmayan, kalitesiz!
* * *
Savcılık sormalı: Star TV’den o telefonu kim açtı?
Gazeteci ve yorumcu olarak elbette ki önceliğim iç siyasette neler olup bittiğini takip etmek ama bu geri kalan alanlarda da neler olup bittiğini bilmemegerek yok anlamına gelmiyor.
Özellikle kamuoyunun da büyük merakını cezbeden magazin haberlerini okuyorum elimden geldiğince.
Geçen hafta internette dolaşırken gördüm. Be bu olay dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet savcılarının dikkatini çekmek istedim.
Çok fazla yer almadı gündemde ama okuduğuma göre Mustafa Ceceli ve eski eşi Sinem Gedik olayına benzer bir olay yaşanmış.
Eski manken Ebru Şallı’nın sevgilisi Uğur Akkuş’un eski eşi Gonca Sağlam’ın ortaya attığı iddiaya göre, o da Sinem Gedik gibi bir şantaja maruz kalmış.
Teve2’de yayımlanan Müge Dağıstanlı ve Gülşen Yüksel’in sunduğu magazin programında başına gelenleri anlatan Gonca Sağlam’ın suçlamaları derhal soruşturulmalı!
İddiasına göre baygınken yatak odasında çekilen çıplak görüntüleri ile kendisine alenen şantaj yapılmış. Star TV’den aradıklarını söyleyen birilerinin; "Elimizde çok fena görüntülerin var. Yayınlamayacağız tabii ama haberin olsun!" dediklerini söyleyen Gonca Sağlam, bunun kaynağının eski eşi olduğuna kanaat getirip, eski eşine tehdit ve şantaj davası açmış!
Dava ne aşamada bilmiyorum ama bu dava harici başka birşey daha olmalı! Savcılık derhal bir soruşturma başlatmalı ve eğer gerçekten Gonca Sağlam’ın iddiası doğruysa da o şantajı yapan gazeteci bulunup, bunu tüm Türkiye’ye duyurmalı!
Ayrıca bir dip not: Magazin basınında büyük emeklerle, çok büyük titizlikle görev yapan dürüst, namuslu onlarca arkadaşımız var. Bu tür söylentiler, yani magazinciler tarafından şantaj yapıldığı yönündeki söylentiler ayyuka çıktıkça kahrolan bu arkadaşlarım adına savcılıktan bu soruşturmayı başlatmasını bekliyorum.
Hiç kimsenin, nerede çalışırsa çalışsın, ne halt olursa olsun gazeteciliği bu şekilde kirletmeye hakkı yoktur!
* * *
Bu iş karakolda biterse şaşmam!
CHP'de değişim isteyen muhaliflerin imza toplama süreci dün saat 17.00 itibarı ile tamamlandı. Yazıya başlamadan evvel son birkez yoklama çektim; imza yeter sayısının toplanıp toplanmadığına ilişkin. Görüştüğüm kaynaklardan biri, "İmzalar 640 idi ancak imzasını geri çekenler oldu. O yüzden sayı düştü ama yeterli sayı var elimizde" diyor.
Perşembe günü muhalifler ellerindeki imzayı genel merkeze teslim edecek.
Tabii esas soru; peki bundan sonra ne olacak?
Kendi gözlemimi, izlenimimi söyleyeyim. İmza tam da olsa, bir iki eksik de olsa bu işin gideceği yer karakol!
Göreceksiniz Kılıçdaroğlu ve kurmayları bu kurultayı yaptırmamak için çok uğraşacaklar!
Ama Muharrem İnce’ye oy veren 15 milyonun; "Değişin! Gidin artık" isteğiyle başa çıkabilecekler mi ondan emin değilim!