İran’ın gölgesi
Geride bıraktığımız yılın dış politikada pek başarılı geçmediği malum. Türkiye, zaten pek anlamlı olmayan bölgesel liderlik iddialarından, bir daha bu hevesi destekleyen sözleri edemeyecek şekilde...
Geride bıraktığımız yılın dış politikada pek başarılı geçmediği malum. Türkiye, zaten pek anlamlı olmayan bölgesel liderlik iddialarından, bir daha bu hevesi destekleyen sözleri edemeyecek şekilde vazgeçmek zorunda kaldı. Özellikle Rusya fiilen Suriye’de çarpışan taraflardan birisi olduktan sonra Ankara’nın çevredeki olayları etkileme kapasitesi iyice azaldı.
Epeydir şekillenmekte olan bu yeni bağlamda Türkiye yerleşik ittifak ilişkilerinin önemini daha fazla idrak etmeye başladı. Ülkenin dış siyasetinde duygusal unsuru ön plana çıkarmanın ve dış politikayı abartılı şekilde iç politikanın malzemesi olarak kullanmanın çıkmaz yol olduğu da iyice görüldü.
Geçen yılın başında herhalde kimse Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suudi Arabistan’dan dönerken “İsrail, bölgede Türkiye gibi bir ülkeye muhtaçtır. Bizim de İsrail’e ihtiyacımız olduğunu kabul etmemiz lazım” gibi bir söz söyleyeceğine ihtimal vermezdi. Bölgesel siyasetteki yeni gerçekler ve en başta da İran ile dünyadaki büyük güçlerin imzaladığı nükleer programla ilgili anlaşma bu değişikliğin temel belirleyicisi diye görülmelidir.
NATO’nun kıymeti, İsrail ile ilişkilerin gerekliliği gibi geçtiğimiz yıllarda pek itibar edilmeyen ilkelerin gündeme gelmesine rağmen Türkiye kendisine bir ayrı hat da çizmeye çalışıyor. Bu hatta ise Suudi Arabistan ve Katar var. Türkiye bir yandan NATO içindeki konumunu pekiştirir, diğer yandan AB ile ilişkilerini derin dondurucudan çıkarırken bu iki ülkeyle samimiyetini artırıyor. Arada İran ve Rusya ile ilişkileri giderek kararıyor.
Her iki ülkenin iktidar yapıları, yönetim modelleri, hukuk anlayışları göz önünde bulundurulduğunda Batı ittifakına yeniden yönelmeyle Körfez ülkeleriyle yakınlaşma çelişik gibi duruyor. Sonuçta NATO yalnızca bir ortak güvenlik örgütü değil. Bir güvenlik camiası olduğunu ve demokrasi, hukuk, liberal değerler etrafından şekillenmiş ilkelerinin üyeler tarafından benimsenmesini önemsediğini iddia ediyor.
Daha cuma günü içlerinde ülkenin en önemli Şii dini liderlerinden Ayetullah Nemr Bakır el-Nimr’in de dahil olduğu 47 kişinin idam edildiği Suudi Arabistan’ın bu değerleri paylaşmadığına ise şüphe yok. El-Nimr’in öldürülmesi Riyad’ın Tahran ile mezhepçilik diliyle sürdürdüğü jeopolitik mücadelenin yeni bir hamlesi sayılmalı. Bir de bu ay başlayacak Suriye’nin geleceğiyle ilgili müzakereler öncesinde bir mevzi belirlemedir. Tıpkı İran’ın füze sistemlerini geliştirmekten vazgeçmeyeceğini söylemesi gibi.