30 Ağustos’tan bugüne dersler
30 Ağustos 1924’de Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak ve Latife Hanım Dumlupınar Çal Köyü’ndeler. “Meçhul Asker Abidesi”nin temeli atılıyor. İlk taş konuluyor. Küçük Gültekin...
30 Ağustos 1924’de Mustafa Kemal Atatürk, Fevzi Çakmak ve Latife Hanım Dumlupınar Çal Köyü’ndeler. “Meçhul Asker Abidesi”nin temeli atılıyor. İlk taş konuluyor. Küçük Gültekin Dumlupınar Seferi adlı bir şiir okuyor. Herkes kayaların, toprakların üzerine ilişmiş. Gazi Paşa tahta kürsünün bir köşesinde. Birkaç iskemle Hanımlara verilmiş. O sıcak günlerde bir mükafat, serin bir rüzgar esiyor. Zaten kimsenin aldırdığı yok. Ölünüz dense, bütün kalpler emre uyacak. Şiddetli alkışlar eşliğinde ilk önce kürsüye Fevzi Çakmak geliyor. Zaferin askeri tarihçesini anlatıyor. Eliyle işaret edip “şuradan kaçtılar” dediği zaman köylülerin göğüsleri kalkıyor, sakalları titriyor, hepsi oraya dönüyor, “kaçtılar, gittiler” diye bağırıyorlar. Üç tayyaremiz o sırada havada uçuyor. Heyecan artıyor. Son zafer gününe geldiğinde bütün tepe inliyor Diğer konuşmalardan sonra kürsüye Cumhurbaşkanı çıkıyor. İlk önce o günleri anlatıyor. Bir anlamda iki yılın muhasebesini yapıyor ve ileriye dönük görevleri sıralıyor
29/30 Ağustos 1922 gecesi sabaha karşı.
Mustafa Kemal Paşa, Karahisar'da belediye dairesinde ona ayrılan odada dinleniyor.
Cepheden son gelen raporlara göre hazırlanan harita acil Mustafa Kemal Paşa’ya getiriyorlar.
Paşa, hemen ayağa fırlıyor.
Ordularımız düşmanın önemli kuvvetlerini kuzeyden, güneyden, batıdan kuşatmaya uygun bir duruma gelmiş.
Hemen Fevzi Paşa ve İsmet Paşa’yla toplanıyorlar.
Durumu bir kez daha değerlendiriyorlar.
Evet!
“T̈ürk'ün hakiki kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün şaşaasıyla doğacaktır!”
Saat 6.30. Bu karara göre ordulara yeni emir ve talimat yazıldı. Fakat yetmedi. Başkomutan ve Fevzi Paşa da iki ayrı cepheye hareket etti. İsmet Paşa, genel vaziyeti takip için karargâhta kaldı. Karargâha varınca Birinci Ordu Kumandanı'na bir taraftan yazılı emir verildi ama, Başkomutan da kendisine sözlü olarak durumu açıkladı: “Düşman ordusu mutlaka imha olunacaktır!”
Atatürk, karargâhta bir süre kaldı, esir subaylarla görüştü. Bunlardan biri verdiği bilgiler arasında, istemeyerek, başkumandan vazifesini alan General Trikopis'in ve 2. Kolordu Kumandanı General Digenis'in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu söylemiş. Kemal Paşa, Ordu Kumandanı'na hemen gereken emri veriyor: “Kemalettin Paşa'yı bulunuz. Bizzat Trikopis'le beraber bütün düşman generallerini mutlaka esir etmesini söyleyin!” Bunu duyunca zavallı subay başkomutanın ikram ettiği çayı içemeyerek baygınlık geçirmiş.
Cumhurbaşkanı “artık daha fazla bu ordu karargâhında kalamazdım” diyor. “Muharebe vaziyetini gözümle görmek benim için dayanılmaz bir ihtiyaç oldu.”
Çal Köyü batısında ve kuzeyinde patlayan topların gürültüleri işitiliyor. Oradan durumu dürbünle incelemeye uğraşamazdı. Ateş yerine gitmeliydi. Otomobillere atladılar düşman mermileri arasında, işte o ünlü tepeye geldiler.
Düşman kuvvetlerini tamamen kuşatmak ve düşmanın inatla müdafaa ettiği muharebe mevzilerine süngü hücumlarıyla girerek kesin sonuç almak elzemdi. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve telaş vardı. Düşmanın etrafı sarılmıştı. Bataryalarımızın ateşiyle bir cehennemin içinde kaldılar.
Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara hücum etti. Artık karşımızda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tamamen mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi, çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, acayip bir alaşım halinde firar için çıkış arıyordu.
Başkomutan, muharebe meydanını dolaştığı zaman, ordumuzun zaferinin büyüklüğü düşman ordusunun içine düşürüldüğü felaketin dehşetinden çok duygulanıyor. O bütün vadiler, bütün dereler, bütün korunaklı ve gizli yerler, bırakılmış toplarla, otomobillerle, teçhizat ve malzemeyle ve yığınlarla cansız bedenle, toplanıp karargahlarımıza sevkedilen esir kafileleriyle gerçekten bir mahşeri andırıyordu. Başlarında başkumandanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olmuşlardı.
Ağustos'un 31. günü öğle zamanı işte bu Çal Köyü'nde, yıkık bir evin avlusunda kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek Başkomutan, İsmet Paşa ve Fevzi Paşa oturdular durumu değerlendirdiler. Bu zafer bütün seferi sona erdirebilecek bir azamet ve ehemmiyette olduğu konusunda fikir birliğine vardılar. Düşman kuvvetlerinin peşinden durmaksızın İzmir'e yürüyeceklerdi. O günden sonra İzmir'de "Akdeniz"i, Mudanya'da "Marmara"yı görmek için sekiz-dokuz günlük bir zaman yetti.
1924’te zaferin ardından daha iki yıl geçmiş. Mustafa Kemal, geleceğe bakıyor.
Çal köyünün tepesinde tahta kürsüden yaptığı konuşmasını geleceğe ilişkin bir devrim programıyla tamamlıyor:
“Savaş, yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değil; milletlerin çarpışmasıdır” diyor, “Meydan muharebesi, milletlerin bütün mevcudiyetleri ile, ilim ve fen sahasındaki seviyeleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, kısaca bütün maddi ve manevi kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin hakiki kuvvet ve kıymetleri ölçülür.”
Sonra Türk Devriminin ve milletinin özelliğini vurguluyor. Bir anlamda Türk Millî Demokratik Devrimin emperyalizme karşı duruşundan ekonomisinden, laikliğe, kadın-erkek eşitliğine eğitim sistemine kadar programı daha o günlerde çiziliyor:
-Türk milletinin burada kazandığı zafer bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, cihan tarihine yeni cereyan vermekte kati tesirli bir meydan muharebesidir.
-Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça, o millete hakim olmanın imkanı yoktur.
-Mahkum olmak istemeyen bir milleti esareti altında tutmaya muktedir olacak kadar kuvvetli müstebitler artık olamaz.