Sadakat mi liyakat mi?
Asırlardan beri yaşadığımız bir sorundur. Çok defa da sadakat, liyakati katletmektedir. Hele devlet katlarında, yükselmek için “layık olmak” geçer akçe değildir, “bizden” olmak...
Asırlardan beri yaşadığımız bir sorundur. Çok defa da sadakat, liyakati katletmektedir. Hele devlet katlarında, yükselmek için “layık olmak” geçer akçe değildir, “bizden” olmak lazımdır.
Yazılı sınavda yüksek puan almak değil, “mülakat”ta göze girmek daha geçerli değil midir?
Gazeteci Ahmet Emin (Yalman), yüz yıl önceki bir yazısında, o zamana kadar büyük coşkularla kutlanmış inkılapların niye başarılı olmadığını anlatırken şöyle diyordu:
“Bizim terakkiye doğru çok yol aldığımızı kimse iddia edemez… Tam manasıyla bir devlet makinesi tesis edememişizdir. Mevcut resmi teşkilatın prensibi, başta bulunanların şahsına sadakat göstermek ve sadakate mukabil lütuf beklemekten ibarettir. Bu prensip asrî [modern] bir devlet prensibi değil, Kurunu Vusta’nın [Orta Çağın] feodalizm prensibidir.” (Ahmet Emin, “İnkılapların mahsulü”, Vatan, 2 Kasım 1923)
Tabii ki hayli mesafe aldık ama hâlâ böyle bir sorunumuz var, değil mi? Hele CB sistemindeki neredeyse sınırsız azil ve atama yetkileri yüzünden.
Niye yüz elli yıldır bir Japonya, elli yıldır bir Güney Kore olamıyoruz, bir de bu açıdan...