Lübnan’da bir kabir rotası

İslâm coğrafyasının herhangi bir noktasına yolum düştüğünde, mezarlık ziyaretleri için mutlaka özel vakitler ayırıyorum. Bazen tek bir mezar taşındaki bir ayrıntı öylesine derin anlamlar içeriyor ki, başından ayrılmakta zorlanıyorum. Ayak hizamda yatan ölüleri oraya sürükleyen serencâm, çoğu defa –yapboz misali– parçaları birbirine eklenerek büyüyen kocaman bir hikâyeye işaret ediyor. Geçtiğimiz hafta perşembeden cumartesiye (20-22 Mart) Lübnan’a yaptığım seyahat sırasında, yine böyle bir kabir

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

İslâm coğrafyasının herhangi bir noktasına yolum düştüğünde, mezarlık ziyaretleri için mutlaka özel vakitler ayırıyorum. Bazen tek bir mezar taşındaki bir ayrıntı öylesine derin anlamlar içeriyor ki, başından ayrılmakta zorlanıyorum. Ayak hizamda yatan ölüleri oraya sürükleyen serencâm, çoğu defa –yapboz misali– parçaları birbirine eklenerek büyüyen kocaman bir hikâyeye işaret ediyor.

Geçtiğimiz hafta perşembeden cumartesiye (20-22 Mart) Lübnan’a yaptığım seyahat sırasında, yine böyle bir kabir rotası çizdik. Birbirinden çok farklı hayatlar yaşamış, farklı çizgilerde ilerlemiş ve farklı akıbetlerle buluşmuş nice insanı teker teker ziyaret ettikten sonra, heybeme yepyeni bilgiler doldurmuş olarak İstanbul’a döndüm. Benzer bir rotayı izlemek isteyenlere ilham ve rehber olması için, notlarımı paylaşıyorum:

Perşembe sabahı sağanak yağmur altında indiğimiz Beyrut’ta, ilk durağımız havaalanının güneydoğu köşesinde bulunan Şuveyfât semti oldu. Dürzî mahallelerinden geçerek yukarı doğru virajlar halinde yükselen yolumuz, bizi nihayet krem rengi bir kubbenin önüne getirdi. Oldukça şık biçimde inşa edilmiş anıtmezarın altında Emîr Şekîb Arslan (1869-1946) ve Âdil Arslan (1880-1954) yan yana yatıyordu. Emîr Şekîb’den geçen yazımda detaylı biçimde bahsetmiştim. Âdil Arslan da yine Osmanlı’ya bağlı bir Dürzî prensi olarak, imparatorluğun yıkılışına kadar Lübnan mülkiye sisteminin önemli isimlerinden biriydi.

Şuveyfât’tan havaalanının hemen kuzeyinde, denize sıfır noktada yer alan Evzâî bölgesine geçtik. Buraya ismini veren Ebû Amr Abdurrahman el-Evzâî (707-774), İslâm tarihinde müstakil mezhep sahibi müçtehit imamlardan biriydi. Fıkıh mezheplerinin sistemleşmesine kadar, bilhassa Bilâdüşşâm ahalisinin Evzâî’nin mezhebine tabi olduğu belirtilir. İmam Evzâî türbesinin küçük bir ricayla açtırdığımız haziresinde, iç savaş sırasında Suriye istihbaratının düzenlediği bir suikastla şehit düşen Lübnan Müftüsü Şeyh Hasan Hâlid’e (1921-1989) de Fâtiha okuduk. Şeyh Hasan Hâlid, Suriye ve İran’ın Lübnan’a müdahalesine karşı olduğu için katledilmişti.

İmam Evzâî türbesinin anayol tarafında, modern Lübnan’ın kurucu isimlerinden Riyâd Bey Sulh’un (1894-1951) kabri vardı. Resmî ziyaret için bulunduğu Ürdün’ün başkenti Amman’da, vaktiyle idam emrini verdiği Sosyalist lider Antun Saade’nin bağlıları tarafından

17 Temmuz 1951’de öldürülmüştü Riyâd Sulh. Ondan üç gün sonra da, Ürdün Kralı Abdullah,

Mescid-i Aksâ’nın içinde bir Filistinli tarafından öldürülecekti.

Sonrasında yine kuzeye doğru ilerleyerek, Sabrâ ve Şatillâ mülteci kamplarının kıyısında Şehitler Mezarlığı’na (Makbaratu’ş-Şuhedâ) vardık. Buradaki uğrak yerimiz, Filistin şehitleri için ayrılan özel bölüm oldu. Marksist Gassân Kanafânî’den (1936-1972) İslâmcı Hacı Emîn el-Hüseynî’ye (1897-1974), her ideolojiden ve dünya görüşünden Filistinli burada yatıyordu. Hamas mensubu Sâlih el-Ârûrî (1966-2024) gibi yeni dönemden isimler de kabristana dâhil edilmişti. İsrail’in 1970’lerde uzun bir kovalamaca sonucu öldürebildiği, Yâser Arafat’ın prenslerinden Ali Hasan Selâme (1940-1979) ve yol arkadaşları, kabristanın bir yakasında yan yanaydı. Filistin çalışan herkesin, muhakkak yolunu buraya düşürmesi ve mezarlıktaki her bir ismin başında durarak, hikâyelerini okuyup tefekkür ederek vakit geçirmesi gerekiyor. Kitaplara sığmayacak öyküler, ufacık bir mezarlığa iç içe sığmış çünkü.

Beyrut Protestan Mezarlığı’nda dirilişi bekleyen Prof. Dr. Edward Said’i (1935-2003) ve Muhammedu’l-Emîn Camii’nin önünde yatan Lübnan eski Başbakanı Refîk Harirî’yi (1944-2005) uzaktan selamlayıp, diğer şehirlerdeki duraklarımıza yöneldik:

Trablusşam’da Emir Taynal Camii’nin yanı başında âlim ve mücadele adamı Fethî Yeken’in (1933-2009) kabrini ziyaret ettik. Türkiye’de yolu İslâmî hareketlerden geçip de merhumun en az bir kitabını okumayan herhalde yoktur. Caminin haziresinde Trablus eşrafından Nâcî ailesinin ta Osmanlı’dan günümüze sıra sıra kabir taşları, bütün hikâyeyi anlatıyordu.

Lübnan’ın iç ve güney kesimlerindeki rotamızda: Baalbek’te Hz. Hüseyin’in kızı Havle’ye nispet edilen anıtmezar, İran’ın kabir ihdas etmek yoluyla coğrafyanın dinî kimliğini dönüştürme siyasetinin bariz bir göstergesiydi. Şûf mıntıkasında yine iç savaşta Suriye tarafından öldürülen Kemal Cumblat’ın (1917-1977) kabrini, ardından Dürzîlerin kutsal mekânlarından Nebî Eyyûb’u da ihmal etmedik.

Tüm bu kabir ziyaretleri sayesinde, küçücük bir ülkede neredeyse her köşeye uğrayarak yaptığımız üç günlük yoğun bir seyahat, hem Ortadoğu hem de Lübnan yakın tarihi hakkında detaylı bir okuma yerine geçti. Coğrafyanın fizikî ihtişamı, adım adım bölünmüş bir ülkenin kırılgan dengeleri ve her mahallede karşımıza çıkan başka başka “kahraman” portreleri eşliğinde…

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Varil müftüsü 29 Mart 2025 | 222 Okunma Lübnan’da bir kabir rotası 26 Mart 2025 | 89 Okunma Emir Şekîb’in torunu 22 Mart 2025 | 153 Okunma Sahurda katliam 19 Mart 2025 | 114 Okunma Nevzuhur bir din 15 Mart 2025 | 205 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar
Close menu