Yeni Lübnan
Cemal Abdunnâsır’ın liderliğindeki Mısır, Kahire’ye neredeyse 2 bin 500 kilometre mesafedeki Yemen’e asker çıkarmaya başladığında, tarihler 1962’yi gösteriyordu. Bu çılgınca maceraya girişirken, Abdunnâsır’ın başlıca hedefleri şunlardı: Yemen’de Mısır’a bağlı uydu bir devlet oluşturmak, ABD’ye karşı Sovyetler Birliği etki alanını genişletmek, Kızıldeniz’in Hint Okyanusu çıkışında hâkimiyet kurmak, güney sınırını istikrarsızlaştırarak Suudi Arabistan’ın can damarlarından birini kesmek… Yemen, sonraki
Cemal Abdunnâsır’ın liderliğindeki Mısır, Kahire’ye neredeyse 2 bin 500 kilometre mesafedeki Yemen’e asker çıkarmaya başladığında, tarihler 1962’yi gösteriyordu. Bu çılgınca maceraya girişirken, Abdunnâsır’ın başlıca hedefleri şunlardı: Yemen’de Mısır’a bağlı uydu bir devlet oluşturmak, ABD’ye karşı Sovyetler Birliği etki alanını genişletmek, Kızıldeniz’in Hint Okyanusu çıkışında hâkimiyet kurmak, güney sınırını istikrarsızlaştırarak Suudi Arabistan’ın can damarlarından birini kesmek… Yemen, sonraki birkaç yıl boyunca, Kahire ve Riyad’ın rakip grupları silahlandırmasıyla kanlı bir iç savaşa sürüklendi.
Savaşın insanî bilançosu gittikçe kabarıyor, Mısır’ın sahada elde edebildiği herhangi bir kazanç bulunmuyordu. Abdunnâsır buna rağmen “Mısır’ın Vietnam’ı” adıyla tarihe geçecek olan Yemen’den çekilmemekte direniyor, dönemin Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz’in barış yönündeki girişimleri sonuçsuz kalıyordu.
Derken, 1967’deki ünlü Altı Gün Savaşı’nda İsrail’in düzenlediği kapsamlı hava saldırılarında Mısır’ın uçak ve helikopterleri havalanmaya bile fırsat bulamadan apronlarda vurulup yok edilince, Cemal Abdunnâsır, Yemen’deki savaşı mecburen bitirmek zorunda kaldı. Mısır’ın uğradığı hezimet Abdunnâsır’ın gururunu kırmış, onu birçok iddiasından vazgeçmek durumunda bırakmıştı. İsrail Mısır’a saldırmasaydı, Yemen’deki iç savaş kim bilir daha ne kadar devam edecekti…
Tarih, çarpıcı biçimde tekerrür ediyor bugün: Aksâ Tufanı’yla beraber başlayan süreçte İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a yönelik saldırıları örgütün lider kadrosunu ve saldırı kapasitesini büyük oranda yok ederken, bölgede de kapsamlı değişimlerin önünü açtı. Hizbullah, önceki yıllarda olduğu gibi Suriye’ye aktif şekilde savaşçı transferini sürdürebilseydi, Suriye’de böylesine kolay ve kansız bir dönüşüm gerçekleşmeyebilirdi. Keza Lübnan siyasetini tümüyle vesayet altına alan Hasan Nasrallah’ın devreden çıkmasıyla, Lübnan politik arenası hızlı bir şekilde dönüşmeye başladı. Yine Hizbullah’ın zayıflatılmasıyla ve bununla bağlantılı olarak Baas rejiminin düşmesiyle, Suriye-Lübnan ve Suriye-Ürdün hattındaki uyuşturucu ticareti de durma noktasına geldi.
Lübnan’da, Nasrallah sistemi kilitlediği için yapılamayan cumhurbaşkanlığı seçimi nihayet geçtiğimiz hafta icra edildi. Ülkedeki teamüller gereği Mârûnî Katolik Hristiyan Cuzef (Joseph) Avn, 9 Ocak itibariyle görevine başladı. Avn’ın seçilmesinde özellikle ABD-Suudi Arabistan bloku etkili oldu. Aynı şekilde, Avn tarafından başbakanlık için aday gösterilen Nevvâf Selâm’ın isminin belirlenmesinde de kıtalararası bir konsensüsün izleri görülüyor. Aksi takdirde, Selâm’ın hâlihazırda yürütmekte olduğu Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nın başkanlığından istifa edip Lübnan’daki kördüğümün içine dalması, akıl ve mantıkla izah edilebilir bir husus değil.
Yeni dönemde İran’ın Lübnan’daki baskısının azalmasına paralel olarak Suudi Arabistan güçlü şekilde sahaya inerken, Ortadoğu’nun bu en kırılgan ülkesi, aynı zamanda Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasındaki keskin rekabetin sahnelerinden biri olacak gibi görünüyor. Zira Riyad’la gerilimler yaşayan eski başbakanlardan Saad Harîrî’nin BAE ile yakınlık kurduğu biliniyor. Başbakanlık makamına dönebilmek için Abu Dabi’den yardım isteyen Harîrî’nin, koltuğa oturduğu takdirde Lübnan’da BAE yatırımları ve nüfuzu için bütün kapıları açma sözü verdiği kaydediliyor.
Suudi Arabistan-BAE rekabeti Yemen, Sudan, Suriye ve Mısır’da bütün hızıyla devam ettiği için, listeye şimdi Lübnan’ın da eklenmiş olması, Ortadoğu’yu yakından izleyenler açısından şaşırtıcı bir gelişme değil. Belki bu durumu olağanüstü kılan tek husus, Lübnan’daki yaralı ve kırılgan atmosferin yeni yıkıcı rekabetleri kaldıracak kuvvette olmaması.
Çok Odalı Ev
* Lübnan’ı her boyutuyla kavramak isteyenlere, kısa süre önce Türkçede ilk kez yayınlanan çok önemli bir kitabı tavsiye etmek istiyorum: Çok Odalı Ev. Kendisi de Lübnan kökenli olan Prof. Dr. Albert Hourani’nin “Lübnan’ın en önemli tarihçisi” olarak tanımladığı Kamal Salibi tarafından kaleme alınan eser, Ortadoğu’nun bu sıra dışı ülkesine derinlemesine bir bakış sunuyor. 1988’de yayınlanan böylesine mühim bir kitabın ancak 2024’ün sonunda Türkçeye çevrilmiş olmasının altını da ayrıca çizmek istiyorum. Bu köşede sıklıkla tekrarladığım gibi: Bölgemize dair emeklerimiz, iddialarımızın epey gerisinde ne yazık ki.