Ciddiye almak, almamak… Mesele bu!
Cumhuriyet Davası’nda yargılanan arkadaşlarımızın savunması ben bu yazıyı kaleme alırken tamamlanmış durumda. Avukatımız Fikret İlkiz’in, iddianameyi tarihe geçecek bir hukuk skandalı...
Cumhuriyet Davası’nda yargılanan arkadaşlarımızın savunması ben bu yazıyı kaleme alırken tamamlanmış durumda. Avukatımız Fikret İlkiz’in, iddianameyi tarihe geçecek bir hukuk skandalı yapan “FETÖ tutuklusu bir savcı eliyle hazırlanmışlığı”nın sürekli vurgulanması karşısında mahkeme heyetinin duyduğu rahatsızlığa binaen yaptığı konuşma sırasında ayrıldım. O, “Bu rahatsızlığa çok memnun oldum, çünkü biz aylardır ÇOK rahatsız olduk” derken!.. Kalbim de, aklımın yarısı da orada kaldı. Diğer yarısıyla da şu an yazımı gazeteye yetiştirmek için kalem oynatıyorum.
Elbette hukukçu olmadığım için ve böylesi dava oturumlarına, “duruşma kültürü”ne de çok aşina olmadığım için belki çok safdil gelebilir ama geçen dört güne dair şöyle genel bir izlenimim var:
İlk iki günkü savunmalarda, daha doğrusu üçüncü gün Ahmet Şık’ın müdafaadan ziyade “itham” mahiyetli konuşmasına kadar, o “ucube”iddianamenin arkadaşlarımızca alabildiğine ciddiye alındığı, buna mukabil mahkeme heyetinin ise onu hiç mi hiç ciddiye almadığı izlenimi edindim.
Çünkü Akın Atalay başta olmak üzere bütün savunmalar kılı kırk yararcasına ortalıkta iddianame diye dolaştırılan metni o acınası bileşenlerine ayırdılar; delil diye sıralanmış bir dolu zırvaya (parkeci, pideci, tamirci, seyahat acentesi, vs.) tane tane cevap verip açıklık getirdiler.
Ama her ne olursa olsun ortada “iddianame” diye duran bu metne ilişkin soru sormak yerine, onunla pek ilişkisi olmayan kişisel, keyfî, “keyfe keder” ve niyet okumaya dayalı sorular sordu mahkeme heyeti arkadaşlarımıza...
İddianameyi ciddiye almıyorlar zahir, diye düşünür oldum!..
Gel gelelim ne zaman Ahmet Şık savunma noktasına gelip konuşmaya başladı, bu defa heyet, Ahmet’e “köşe yazısı yazarcasına konuşmak” yerine “iddianameye gel” demeye başladı!..