IŞİD bitse de ‘Mehdi’ bitmez!

IŞİD’in elindeki Dabık düşerse bir Mehdici-Kıyametçi beklentinin daha çöküşüne şahit olacağız. Ama bu, böylesi beklentilerin sonu olmayacak. Yaşadığımız “yanlış...

IŞİD’in elindeki Dabık düşerse bir Mehdici-Kıyametçi beklentinin daha çöküşüne şahit olacağız.


Ama bu, böylesi beklentilerin sonu olmayacak. Yaşadığımız “yanlış hayat”, onları yeniden üretmeye devam edecek ve IŞİD’in kıyametçiliğinin yerinde başkaları bitecek.


Son günlerde yerli ve yabancı basında üzerinde durulan konulardan biri, Dabık’a ilerleyen TSK destekli ÖSO unsurlarının burada çok sert bir IŞİD mukavemetiyle karşılaşma ihtimali.


Çünkü deniyor, burası IŞİD için sadece askeri ve stratejik açıdan değil, ideolojik ve“teolojik” açıdan da çok büyük önem arz etmekte. Çünkü diye devam ediliyor, burası IŞİD’in elemanlarını motive etme yolunda işlerliğe soktuğu “Kıyametçi” söylemin odak noktası.


Dabık, doğruluğu tartışılır bazı hadislerde “Mehdi” ile “Deccal”in ordularının birbirine gireceği kıyamet alâmeti “Büyük Savaş”ın mekânı olarak geçmekte. IŞİD burayı kaybederse varlığını ve mücadelesini dayandırdığı temel apokaliptik söylem çökecek ve ondan kurtulmuş olacağız!..


Acaba öyle mi? Kıyamet beklentisi çöker, Mehdi gider, IŞİD biter mi? 
Tarihe bakınca böyle olmadığını görüyoruz.


İslâm’da Mehdi, Yahudilik-Hıristiyanlıkta Mesih, diğer pek çok irili ufaklı inanç sisteminde de başka figürlerle karşımıza çıkan, “cennetin dünyada belirmesi”ne inanç denilebilecek “Milenaryan” beklentilerin ilki bu olmadığı gibi sonuncusu da olmayacak.


Tanrı tarafından görevlendirilmiş bir “kurtarıcı”nın (mehdi ya da mesih) kıyamete yakın dünyada huzur ve adaleti sağlayıp inananları selâmete kavuşturacağı şeklindeki milenaryan inancın en çarpıcı karakteristiği, onun gerçekleşmediği takdirde dahi son bulmamasıdır.


O, evrilir, dönüşür, yumuşar veya daha da sertleşir ve tekrar kendini gösterir. 
Mesele, onu var eden gerçek, somut, maddi yaşam koşullarının aynen yerinde durup durmadığıdır çünkü.


Benim bizzat şahitlik ettiğim örnek, 1990’ların başında Batı’da yaygın bir şebekeye sahip Şeyh Nazım Kıbrısî’nin Nakşibendi çevresindeki Mehdi beklentisidir. 
Bu beklentide dikkati çeken, onun on yıllara ve boşa çıkmış bir dolu kehanete meydan okumasıdır. Dünyada kendisini gösteren her yeni kargaşa, Mehdi söyleminin, birbirini izleyen farklı yorum ve kehanetlerle tekrar tekrar yenilenmesine, müritler tarafından aynı şevk ve aşkla benimsenmesine yol açmıştır.


Misal, “Büyük Savaş” (Armageddon) beklentisi, 1980’lerin ortalarında o zaman Afganistan’ı işgal etmiş Sovyetler’in sırasıyla İran’ı ve Türkiye’yi de işgal edeceği kehaneti üzerinden şekillenmişti. Ortada Sovyetler’in kalmadığı “Yeni Dünya Düzeni”nde “senaryo”nun rotası önce Birinci Körfez Savaşı’na (1990-91) kırıldı. Sonra ondan da beklenen verim alınamayınca bu savaşın ileride çok daha amansız şekilde başlayacağı beklentisine doğru yelken açıldı (ki gerçekten öyle de oldu, İkinci Körfez Savaşı yaşandı!).


Araştırmamdan şu anekdot, o zamanki “senaryo”yu yansıtır:

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Kalacak bir türkü söyler gideriz 10 Eylül 2018 | 3.904 Okunma Kovboylar yetmez, kotu da yasaklayın! 05 Eylül 2018 | 3.542 Okunma Betona tapanların mabedi yapıldı 03 Eylül 2018 | 3.675 Okunma Bir insanlık ibadeti: Cumartesi Anneleri 20 Ağustos 2018 | 156 Okunma ‘Eşkıya’nın namusu Deniz’den soruldu! 15 Ağustos 2018 | 2.575 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar