İslamofobi, etnofobi, ümmet, asabiyet ve insanlık
İstanbul Sultangazi’de ve Mersin’de Suriyeli, Afganlı göçmenlerin adının karıştığı kanlı olaylar yalın kat ele alınamaz; çok katmanlı ya da eksenli değerlendirmek durumundayız.Yine de en...
İstanbul Sultangazi’de ve Mersin’de Suriyeli, Afganlı göçmenlerin adının karıştığı kanlı olaylar yalın kat ele alınamaz; çok katmanlı ya da eksenli değerlendirmek durumundayız.
Yine de en kestirme eksen, “etnofobik” dinamik.
Sultangazi’deki olay kızlara laf atmadan, Mersin’deki ise gürültüden çıkmış. Bunlar bu ülkede Suriyeliler, Afganlar olmadan da sıklıkla karşımıza çıkan hadiseler. Ama içinde etnik faktör olunca işin rengi değişiyor.
Suriye krizinin bir parçası olarak iktidarın Avrupa’yı da bağlayıcı şekilde izlediği hesaplı ve hesapçı sığınmacı politikası ve 3 milyon küsur Suriyelinin aramızdaki varlığı, gündelik hayatın içinde karşımıza çıkan bu olaya ister istemez eklemleniyor.
Ve tepkiler, “etnofobik” içerik kazanıyor.
Mahalle sakinlerinin sözlerinden bu, bariz şekilde fark edilmekte:
“Afgan uyruklu kişiler kalıyor burada. Iraklı, Suriyeli, Pakistanlı, İranlı kişiler. Bütün mahalle muzdarip bu kişilerden. Sokağa çıkamaz olduk. Her gün bir olay oluyor. Her gün hırsızlık, pislik… Burada kavga olmuş, Ramazan kardeşimiz de müdahale etmiş. Onlar da bıçaklamış. Daha sonra gençler Afganların kaldığı bu yerleri bastılar. Zaten bütün binaların altında onlar kalıyor.”
Sonrasında ölen kişinin cenazesinde sokaktan geçen Afgan bir gence linç girişimi, çevik kuvvetin olaylara müdahalesi ve göçmenlerin kamyonlara bindirilerek mahalleden tahliye edilmesi…
***
Şimdi bir başka eksene geçelim!..
Bu ülkeye Suriyeli mülteci akınının önünü açan iktidar politikası karşısında en yüksek perdeden tepki verenlerin genelde laik muhalif kesimler, küçümseyici, aşağılayıcı deyişle “Beyaz Türkler” olduğu ileri sürüldü hep. Ve bu kesimler “insanlık” adına kınamaya uğratıldı.
Diğer taraftan en açık örneğini 30 Mart 2014 yerel seçimleri sonrası balkon konuşmasında gördüğümüz üzere “Bu millet, ümmetin umududur” denilerek dindar-muhafazakâr kesimlere de İslam dünyasında liderlik adına bu politika benimsetilmeye çalışıldı.