Memeleri kadraja al, ama n’olur yavru aslana dokunma!
Yıllar önce Okan Bayülgen’le nefis bir söyleşi yapmıştık. Orada Okan, hiç sözünü sakınmaksızın televizyon, daha geniş anlamda şov dünyası için, kendisini de ayırt etmeksizin gayet...
Yıllar önce Okan Bayülgen’le nefis bir söyleşi yapmıştık. Orada Okan, hiç sözünü sakınmaksızın televizyon, daha geniş anlamda şov dünyası için, kendisini de ayırt etmeksizin gayet gerçekçi şekilde ve bir o kadar da çarpıcı benzetmeler eşliğinde şunları söylemişti:
“Şov dünyası illüzyondur. Hepimiz şapkadan tavşan çıkarıyoruz. Bir anlamda seyircimiz de bunu bilir. Televizyonun, diğerleri gibi, illüzyonu öncelikle ticari olarak kullanan bir madde olduğunu bilirler. Ben de burada şapkadan tavşan çıkarıyorum”.
Şov dünyası içindeki bu “illüzyon”un zaman zaman gözlerimizin önünde dağıldığı momentlere rast geliriz biz.
Acun Ilıcalı yapımı “Rising Star Türkiye”deki “Memeleri kadraja alalım” patlağı da böylesi televizüel büyü-bozumuna tanık olduğumuz nadir anlardan biridir. Ve olan bitenin Okan’ın dediği gibi aslında alan da farkında, satan da farkında olduğu için bunu fazla büyütmeye de gerek yoktur.
Üstelik Acun Ilıcalı cenahında bunun çok ötesinde vuku bulmuş örnekler vardır. Hem de illüzyonun dağılmasına geri plânda bir isimsiz yönetmenin değil, şovun göz bebeği Acun’un vesile olduğu vakalardır bunlar.
Bunların bir tanesi Acun’un “Firarda” olduğu günlere ait.
Malûm, daha önce de yazmıştık, Acun Ilıcalı ikiye ayrılır; “Firarda- Acun” ve “Survivor-Acun” diye...
Acun Ilıcalı’nın televizyoneğlence- şov (MESH) evrenine küresel açılımının başlangıcını oluşturan “Acun Firarda”ların biri, ilginç bir yayıncılık kazasına sahne olur.
Acun yine dünyanın en “spektaküler” turistik sahillerinden birindedir. Kumsalda sere serpe güneşlenen bikinili kızlarla röportaj peşinde koşmaktan yorulmuş, seyircisi de bu görüntülere doymuş olsa gerek ki programda “teneffüs-arası” niyetine bir yavru-aslan muhabbeti karşımıza çıkar.
Fakat yavru aslan bir şov, daha doğrusu illüzyon dünyası içinde olduğunu ayrımsayamayacak kadar doğal, masum ve “gerçekçi”dir. O yüzden Acun’un röportaj teklifi karşısında kumsaldaki kızlar gibi dudaklarını, memelerini, kalçalarını öne çıkaran pozlar vermek yerine dişlerini göstermeyi tercih eder.
Böylece illüzyon bozulurken ürkerek kenara kaçan Acun da kameraya bir-iki klişe söz sarf ettikten sonra (tıpkı “Memeleri kadraja al” diyen yönetmeni gibi) yayında olmadığını düşünerek yavru aslanın “doğal”lığıyla aynı çizgiye gelir ve hayvana (gayet “insanî” çerçevede!) “S........m belânı haa, yavşak” diye “kükrer”.
Şov dünyasının illüzyonunun şovun içinde bozulmasına dair bu nadir momenti, hâlâ internette “YouTube”da bulabilirsiniz. Bir de şovun bu illüzyon dünyası dışında gerçeği var ki ona dair de Acun Ilıcalı örneğinde karşımıza yaklaşık altı yıldır adeta yılan hikâyesine dönmüş şu boşanma olayı çıkıyor.
Acun “Firarda” takılırken, yani “show-business” içinde daha yeni iken evlendiği Zeynep Ilıcalı ile bundan altı yıl önce ilk kez boşanmanın eşiğine geldiğinde medyaya yansıyan, onun o günkü (ve sanırım bugün gayet mütevazı kalan) 50 milyonluk servetinin yarısını kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldığıydı.
Ben o zaman, herhalde bu kadar hızlı yükselip 7-8 yılda “Meşhuriyet Türkiyesi”nin idolü haline gelerek büyük bir servete kavuşacağını bilseydi evliliğe daha ihtiyatlı adım atardı diye yazmıştım. “Meşhuriyet Çağı” ile gayet uyarlı olan bir “boşanma sözleşmesi”ni baştan hazırlayıp karşılıklı imzaya açarak girerdi “dünya evi”ne diye...
Boşanması 6 yıl aldı. Muhtemelen servet paylaşımı hususunda bir mutabakata varabilmek için bu kadar uzamıştır süreç...