‘Nasıl Sosyalist Oldum?’/Bir Babalar Günü Yazısı
Babam Mahir Atay yumuşak başlı, neşeli, esprili bir insandı. En olmadık zamanlarda öyle laflar ederdi ki ortamdaki buzlar çözülür, gerilimler kaybolur, sertlikler yumuşardı. Bir sohbet ortamında fikrî...
Babam Mahir Atay yumuşak başlı, neşeli, esprili bir insandı. En olmadık zamanlarda öyle laflar ederdi ki ortamdaki buzlar çözülür, gerilimler kaybolur, sertlikler yumuşardı.
Bir sohbet ortamında fikrî gidişatın seyrini yaptığı bir espriyle dönüştürebilecek ustalıkta insandı.
Bunlardan birinde, tabii bilmeden (belki, büyük ihtimalle de istemeden!) benim sosyalizme “emeklememi” başlattı o...
***
1970’lerin başındayız. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sol-sosyalist politik iklim havaya hâkim ve “devrimci gençlik” sokaklarda. “68’liler”, ortalığın tozunu atıyor.
Ben 8-9 yaşında, Ankara’da orta halli bir memur ailesinin tek çocuğuyum. Annem köy enstitüsü altyapısının da etkisiyle sıkı CHP’li, ama babam öyle hemen fark edilebilecek bir politik çizgi dışa vurmuyor. Demirel’e oy verdiği söyleniyor. Kendisine sorulduğunda şakayla karışık gargaraya getirip savuşturuyor soruyu. Politikadan pek haz etmiyor gibi…
(Gerçi biraz daha büyüdüğümde onun gardırobunu karıştırırken altta bir köşede saklanmış, Menderes’in asıldığı güne ait gazeteleri buluyorum ve politikayı hem hüzün yüklü, hem de risk dolu bir alan olarak deneyimlediği kanısına varıyorum!)
***
İşte o dönemde yakın ahbabımız bir ailenin evinde “misafirlik”teyiz. Benden 5-6 yaş büyük bir abi, ondan da 2-3 yaş büyük bir abla var.
Abla, güzel mi güzel ve ben ona hayran, hatta âşığım!..
Siyah-beyaz yayını birkaç yıl önce yaygınlaşmış TRT’de Haberler (o günlerde yaygın deyişle “Ajans”) başlıyor.
Eylemler, tutuklamalar, soygunlar, sabotajlar gırla ve resmi televizyon kanalı verip veriştiriyor:“Marksist-Leninist”, “anarşist”, “komünist”, “sosyal bir sınıfın diğer bir sosyal sınıf üzerinde tahakkümü”, “yasadışı silahlı sol örgütler”, falan filan… Bu sözler uçuşuyor havada.
Anlamıyor, ama ürküyorum.
***
Derken televizyon “Mahir Çayan”dan söz etmeye başlıyor.
Ekrana Mahir’in görüntüleri geliyor ve odadakilerin tepkisi havada uçuşuyor: “Tüh, boyun-posun devrilsin inşallah”; “Şuna bak şuna, suratında meymenet yok, haydut”; “Anarşist, n’olucak”; Kabahat bunu yetiştirende”; “Vatan-millet sevgisi verilmemiş ki bunlara canım! (…)”
Odada sıkıcı bir gergin hava yaratan bu ifadelerin arasına birden nasıl oluyorsa o güzel ablanın, ekrandaki genç adamın çatık kaşlı çehresine bakarak ve kısık bir sesle sarf ettiği şu sözler sıkışıyor:“Hay Allah, ne kadar da yakışıklı ama!..”.
Ve Babam, çapkın mı çapkın bir ifade kondurduğu yüzünde yan bakışlarla muzipçe patlatıyor bombayı:
“Mahirler hep öyledir!”
***
Birdenbire mucize gerçekleşiyor odada! Önce kahkahalarla ortamdaki gerginlik kayboluyor ve herkes neşeleniyor. Sonra “söylem”in akışı da, içeriği de değişiyor:
“Canım, bu çocuklar da o kadar kötü değil”; “Onlar da vatanlarını-memleketlerini düşünüyor”;“Bağımsız Türkiye istemenin nesi fena Allah aşkına”; “Yalan mı sömürü de var, biz aybaşını zor getiriyoruz, birileri zevkusefasında; “Yazık, hem onların da anne-babaları var”; “Tabii canım, baksana hepsi pırıl pırıl, akıllı çocuklar! (…)”
Babamın bir sözü, inanılmaz biçimde “söylemin düzeni”ni dönüşüme uğratıyor.
Dar gelirli bir grup insan, ortalama konformizm ve statükoculuktan yine ortalama ve ılımlı bir protestliğe yumuşak geçiş yapıyor.
***
O günü hiç unutmadım. “Genç ve güzel bir abla”nın tereddütle sarf ettiği sözden sonra babamın esprisi ve odadakilerin boşalan öfke dizginleri, ekrandaki yüze de, onun temsil ettiği dünya görüşüne de farklı bir algı ve duygu ile bakmama yol açtı.
Babam tabii ki o gün beni belli bir siyasal-ideolojik rotaya yönelttiğinin farkında değildi. Yukarıda belirttim, fikren sosyalizme çok uzaktı o.