Türkler gemileri yaktı!
“Cengâverlerim!” dedi. “Şimdi nereye kaçacaksınız? Arkanız deniz, önünüz düşman. Tek umudunuz cesaretiniz, tek güvenceniz murâdınız şimdi! Kardeşlerim, kendimize güvenmekten başka...
“Cengâverlerim!” dedi. “Şimdi nereye kaçacaksınız? Arkanız deniz, önünüz düşman. Tek umudunuz cesaretiniz, tek güvenceniz murâdınız şimdi! Kardeşlerim, kendimize güvenmekten başka çaremiz yoktur.”
Tarık bin Ziyad, gemileri yaktırdıktan sonra yaptı bu konuşmayı. Bugün, geri dönüşü olmayan olaylar için kullandığımız “gemileri yakmak” deyimi işte buradan gelir. Kolay değildir gemileri yakmak, herkesin yapabileceği bir şey değildir. Cesaret ister, azim ve kararlılık ister, sağlam bir dava şuuru ister.
Önünde kendi ordusundan 10-15 kat büyük bir ordu ve geride dumanları tüten gemiler…” Biliyorum” dedi sonra, “Siz ölümden korkmazsınız! Fakat ölmek çare değildir. Hedefimiz ölmek değil, Endülüs’ü fethetmektir.”
Ve Endülüs’ü fethettik. Sonra Endülüs'e can geldi. Özgürlük geldi. Bilim, kültür, sanat, ticaret geldi. Şehirlerin temizliği, şırıl şırıl akan çeşmeleri, hamamları, çarşıları, okulları, ilim-irfan meclisleri, içinde ameliyatların yapıldığı hastaneleri ve eczaneleriyle tarihin en büyük ilim, kültür, sanat merkezine dönüştü.
Ve İslam orduları, Avrupa'da ilk kez Fransa sınırına kadar ulaştı. Avrupa uzunca bir müddet İslam ordusunun korkusuyla yaşadı. Batı, tarihinde üç büyük fethi hafızasından söküp atamadı. Kudüs, Endülüs ve İstanbul.
“Bizim vazifemiz düşmanın azlığını veya çokluğunu mukayese etmek değil, onun karşısına çıkmaktır” diyen Selahaddin Eyyübi de Kudüs’ü fethetti. Frankların(Haçlılar) yol açtığı katliamlar, Selahaddin Eyyübi'nin önderliğinde Hıttin'de son buldu ve 1291 yılında da işgalciler, El Eşraf Halil tarafından denize dökülerek bu topraklar zulümden arındırıldı. Siyonist çete o tarihten itibaren denize dökülme korkusunu bir türlü içinden atamadı.