Güçlü olduğu sanılanların çaresizliği!
Küresel gündemin farklılaştığı ve piyasaların fiyatlayamadığı için görmezden geldiği konulara doğru kaydığı bir haftayı geride bıraktık. Çaresizlik ve...
Küresel gündemin farklılaştığı ve piyasaların fiyatlayamadığı için görmezden geldiği konulara doğru kaydığı bir haftayı geride bıraktık. Çaresizlik ve çözümsüzlük nedeniyle bazı konular rafa kaldırılırken, benzer kaderi yaşadığı için gündemden düşmüş konular ön plana çıkarılıyor. Bazı kesimler gündem olmaktan uzaklaştığı için kısmen rahatlıyor, fakat bu kez de başka kesimler geriliyor. Kafa karıştırma amaçlı zorlamalar, günü ve görüntüyü kurtarmak için kullanılıyor.
Küresel ölçekte korumacılığın ve jeopolitik risklerin yeniden ön plana çıkarılması, beklentiler açısından hoş bir durum değil; fakat kendi açmazlarında çırpınan piyasalar açısından cankurtaran işlevi görüyor. ABD’nin çelik ve alüminyum konusundaki korumacı tasarımları ile Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden çıkan Suriye’ye ilişkin insani yardım gerekçeli bir aylık ateşkes kararı, dikkatleri piyasalardaki kırılganlıktan uzaklaştırdı. İçeride ise olası bir erken seçime ilişkin hazırlıkların hızlandığı yönündeki beklentiler güçlendi.
Kurumsal yapı zenginlerin keyfiliğine bağımlılaştı
Bu yılın Ocak ayı genelindeki piyasa eğilimleri genelde iyimserdi ve piyasa yapma amaçlı bu gelişmelerin farklı etkenler ile gölgelenmesine pek izin verilmedi; fakat tüm çabalara rağmen umulan risk alma iştahı yaratılamayınca Şubat ayı başında panik eğilimlere tanık olduk. Kendi konularında çok güçlü olduklarını varsayanlar çuvalladı ve bölünmeye başladı. Hemen arkasından gelen finansal ateşkes sayesinde panik duruldu, fakat gerginlik azalmadı; risk alma iştahının yeniden artması olasılığı ise önemli ölçüde azaldı ve söz konusu kesimlerin çaresizliğini gözlerden uzak tutmak adına gündem farklılaştırıldı.
Davos Zirvesi öncesinde açıklanan bir araştırmaya göre küresel servetin yüzde 50’si en zengin yüzde 1’lik nüfusun mülkiyetinde imiş. Bu oran, Siyasi İradelerin ve sistemi oluşturan kurumsal yapının söz konusu zenginlerin keyfiliğine bağımlılaştığı anlamındadır. Sistemik kırılganlığın artması kaçınılmazdır ve mevcut yaklaşımlar ile kalıcı çözüm üretilebilmesi olanaksızdır. Zenginlerin mevcut değerler düzeyinden risklerini azaltabilmesi mümkün olamaz; kendi aralarındaki olası çıkar çatışmaları veya bölünmeler yıkıcı sarsıntıların sebebi olabilir. Bu aşamadan sonra piyasaların etkin çalışması ve demokrasi kültürünün güçlenmesi olasılık dışıdır. Geniş kesimlerin tepkisiz kalmasının sağlanması ve bu sayede koyun sürüsü gibi güdülebilmesi, kısa vadede sorunların ağırlaşması pahasına günün kurtarılabilmesi açısından hayati önemdedir.