Sermaye hareketlerine ilişkin belirsizlik artıyor!
Türkiye Ekonomisinin oldukça sorunlu yapısı nedeniyle, enflasyon ile döviz kuru ve faizlere ilişkin olası eğilimler özel bir önem taşıyor. Durum böyle olunca, küresel sermaye akımları ve bunlar üzerinde...
Türkiye Ekonomisinin oldukça sorunlu yapısı nedeniyle, enflasyon ile döviz kuru ve faizlere ilişkin olası eğilimler özel bir önem taşıyor. Durum böyle olunca, küresel sermaye akımları ve bunlar üzerinde belirleyici olan gelişmeler yaşanacak dalgalanmalar ve beklentiler üzerinde etkili oluyor. Eğer sermaye hareketlerine ilişkin endişeler güçleniyor ise, özenle hazırlanmış iyimser senaryoların ve bunlardan türetilmiş beklentilerin sonuçlar üzerindeki etkisi önemsizleşiyor.
Sene başından bu yana küresel piyasalarda yaşanan eğilimler, sermaye hareketlerine ilişkin belirsizliğin önemli ölçüde arttığına işaret ediyor. Ocak ayındaki aşırı iyimser eğilimler, Şubat ayında ani bir şekilde yön değiştirmiş. Mart ayında ise ticaret savaşları başlığı ile etkili olmaya başlayan korumacı eğilimler, tüm kesimler açısından hesapların şaşmasına yol açmış. Önce sermaye hareketlerinin daha fazla genişlemeyeceği ve risk alma isteğinin artmayacağı, daha sonra ise büyüme senaryolarının buharlaşma olasılığı nedeniyle sermaye hareketlerinin daralabileceği yönündeki endişeler piyasa eğilimlerini sarsmış.
Hemen yukarıda özetlediğimiz gelişmeler kısa vade açısından belirsizliğin arttığına işaret ediyor. Orta vadede ise sermaye hareketlerine ilişkin eğilimler konusunda bir değerlendirme yapabilmek için, daha geniş açı ile konuyu irdelemek ve 2002 yılı sonrasındaki dönemi mercek altına yatırmak gerekiyor. Ortaya çıkan sonuçlar sermaye hareketleri konusunda olumlu düşünmenin giderek zorlaştığına ve sistemik kırılganlığın giderek büyüdüğüne işaret ediyor.
“Ülkemiz ise en kırılgan gelişenler arasında anılır oldu”
2002 ve 2008 yılları arasında sermaye akımlarının yoğunluğu, daha önce gözlenmiş düzeylerin çok ötesinde idi. Faaliyet dışı gelir yaratma peşinde koşanların hesapsızca risk alma isteği konusundaki çılgınlıklar, tüm eğilimler üzerinde belirleyici olmuştu; yalnız ekonomik olanlar değil, sosyal ve siyasi olanlar da bu durumdan aşırıya kaçan oranda etkilenmişti.
Gelişmişlerden gelişenlere doğru akın vardı. Gelişenlerin paraları değerlenirken döviz rezervleri artıyor, enflasyon ve faizleri seri bir şekilde geriliyor, büyüme ve istihdam coşuyordu. Küresel krizle sarsılan bu eğilimler 2009 yılında geri döndü ve 2011 yılındaki Arap Baharına kadar devam etti.
Bugüne kadar devam eden daha sonraki dönem ise, sermaye hareketlerindeki artışın önce ivme kaybettiği ve hatta durulduğu bir dönem oldu. 2013 sonrasında ise zaman zaman etkili olan riskten kaçınma eğilimleri nedeniyle sert dalgalanmalar yaşandı; orta vadeli beklentilerin yönü değişmeye başladı. Tüm bu süreçte jeopolitik riskler ön plana çıkarken gelir ve servet dağılımındaki bozulmalar belirginleşti, farklı türde bir güvensizlik geniş kitleleri etkiler oldu. Gelişenlerin paraları değer kaybederken döviz rezervleri azaldı, enflasyon ve faizlerde yukarı yönlü baskılar güçlendi, büyüme ve istihdamdaki eski eğilimleri geri getirmek olanaksızlaştı. Ülkemiz ise en kırılgan gelişenler arasında anılır oldu.