Atatürk o saati kime armağan etmişti...
ORHAN Karaveli, Atatürk'le beş yaşındaki bir çocuk arasında geçen çok ilginç bir olayı yeni kitabı 'Atatürk, Babam ve Ben'de bizlerle paylaşıyor. 1935’te bir akşam Atatürk Dolmabahçe’dedir...
ORHAN Karaveli, Atatürk'le beş yaşındaki bir çocuk arasında geçen çok ilginç bir olayı yeni kitabı 'Atatürk, Babam ve Ben'de bizlerle paylaşıyor.
1935’te bir akşam Atatürk Dolmabahçe’dedir ve akşam yemeğini yakın arkadaşlarıyla birlikte Park Otel’de yemek ister. İlgililerden bir de ricası vardır. Otelde kalanlarla dışarıdan akşam yemeği için gelecek olanlara durum bildirilmeyecek, gazetelere haber verilmeyecektir. Park Otel ‘Saray’a komşu gibi. Belirlenen saatte Cumhurbaşkanı, yaver ve arkadaşları ayrılan masada yerlerini alırlar. O sırada orada bulunanlar ise mutlu bir şaşkınlık içinde ayağa kalkarak Cumhurbaşkanı’nı alkışlarlar. Atatürk de onları selamlar. İçlerinde, sonraki yıllarda Galatasaray müdürlerinden Muhittin Sandıkçıoğlu ile evlenecek olan Bidar Hanım da vardır. Kendisi, kadın arkadaşlarıyla birlikte oradadır ama beş yaşındaki oğlu Altan yanında değildir. Atatürk’ü çok sevdiğini ve çok merak ettiğini bildiği Altan’ın bu harika fırsatı kaçırmamasını ister. Bir koşu, yakındaki evine gidip uyandırır, aceleyle giydirir ve Park Otel’e getirir. Küçük Altan artık annesinin yanındadır ve gözleriyle Atatürk’ü adeta teslim alır. Bu öyle bir teslim alıştır ki Cumhurbaşkanı’nın dikkatini çeker ve annesine haber göndererek çocuğu masasına davet eder. Cumhurbaşkanı sorar Altan cevap verir. Atatürk zaman zaman Altan’ı kucaklayıp öper. Atatürk, Altan’a ‘Sana öyle bir armağan vermeliyim ki beni asla unutmayasın!..’ der ve çocuğun ‘Annem kızar’ diyerek karşı çıkışını dinlemeden üzerinden hiç eksik etmediği bilinen cep saati ile ona bir altın kordonla bağlı kalemini cebinden çıkarıp Altan’ın boynuna geçirir. Bu saat dönemin bir teknik harikasıydı ve İsviçre’nin Audemars&Piguet firmasına özel olarak yaptırılmıştı. Arka tarafına G.M.K. (Gazi Mustafa Kemal) harfleri işlenmişti. Som platindendi. İçine 19 adet pırlanta yerleştirilmişti. Altın bir kordonla saate eklenen platin kalemin ucu mor yakutla kaplanmıştı. Yazar Karaveli olayın acıklı sonunu da şöyle anlatıyor: