Anasını geçen darbe
27 Mayıs’tır şüphesiz darbelerin anası. O olmasa diğerleri olur muydu, şüpheliyim. Sonrakilere bir prototip de oluşturmuştur üstelik hem biçim hem içerik olarak. Arada 12 Mart Muhtırası ve sonra da tabii ki 12...
27 Mayıs’tır şüphesiz darbelerin anası. O olmasa diğerleri olur muydu, şüpheliyim. Sonrakilere bir prototip de oluşturmuştur üstelik hem biçim hem içerik olarak. Arada 12 Mart Muhtırası ve sonra da tabii ki 12 Eylül yine onun sayesinde yapıldı, yaşandı.
Ama 12 Eylül anasını da geçti. 27 Mayıs’tan kat be kat darbeydi.
Trenin yolundan çıkmasını, sapmasını sağlayan 27 Mayıs’tı ve trenin neredeyse uçurumdan aşağı düşmesine neden olansa 12 Eylül oldu.
Klasik cümledir; sağdan sola ama en çok sola bir buldozer gibi dalmıştı. İdealizme, siyasal bir hedefe dair ne varsa silip süpürdü ezdi parçaladı. O kaba kurallar, o kaba şiddet, idamlar işkenceler yasaklar zindanlar insan aklı ve ruhuna ve birikimine bu kadar ters işler maalesef çok işe de yaradı üstelik. 12 Eylül sonrasında ülkesine milletine dair bir başka yüksek amacı olan ya kalmadı ya örgütlü hale gelme imkânını bir daha bulamadı, bulanlar da pek sürdürülebilir işler yapamadı.
Klasik olan ve doğru çıkan o cümlelerden geriye bakmaya çalışalım bu yıldönümünde de. 11 Eylül’e dönelim. Ülkücüler ne düşünüyordu acaba o gün. Komünizme teslim etmeyeceklerdi ülkelerini, öyle değil mi? Devrimciler de sosyalizmi kuracak, emeğin hakkını yükselteceklerdi. Ülkeyi son birkaç yıldır artarak dayanılmaz hız ve şiddette kana boyayan, sokakları tekinsiz, evleri huzursuz, geleceği belirsiz hale getiren o silahlı çatışmaların olduğu güne dönelim.
Acaba, taraflardan biri yetmez, ikisi birden silahlı mücadele yöntemini kullanmasa darbe olur muydu?