Asım’ın Nesli Berlin’de ne arar?
Mehmet Akif, şair gözüyle ve diliyle, dünyaya nizam vermiş adalet ne imiş, insanlık ne imiş, ilim ve medeniyet ne imiş, bütün bunları öğretmiş 600 yıllık Osmanlı ve onunla birlikte 1300 yıllık...
Mehmet Akif, şair gözüyle ve diliyle, dünyaya nizam vermiş adalet ne imiş, insanlık ne imiş, ilim ve medeniyet ne imiş, bütün bunları öğretmiş 600 yıllık Osmanlı ve onunla birlikte 1300 yıllık İslam medeniyetinin çözülüşüne en sağlam şahitliği yapmış bir insandır. Bir yandan enva-i çeşit entrikaya, komploya, ihanete maruz kalan devletin bir yandan da bizzat kendi evlatlarının giderek yozlaşmalarına, cehalete gark oluşlarına, İslam’dan, akıldan, ilimden, dirayetten ve adaletten uzaklaşmalarına da büyük bir elemle şahitlik etti. Şahitliğini en etkili, her biri lafzından çok daha fazlasını taşımaktan ağırlaşmış kelimelerle ifade etti.
Başkalarının dilinde ve başkalarının cümlelerinde sıradan bir cismin temsili olan kelimelerin her biri onun şiirinde en derin ve en ağır manaların güçlü ve zinde taşıyıcıları olarak parladı. Çanakkale şehitlerinin gerçek şahidi yüce Allah’tır elbet, ama Akif’in şiirindeki güçlü şahitliği olmasa biz faniler nezdinde Çanakkale bugünkü destansı anlamına her halde kavuşmazdı.
Kelimelerin gerçekte hem mekânsal olarak hem de zamansal olarak bize uzak bir tecrübeyi burada ve şimdi yaşanmış gibi hissettirebilme kabiliyetinin mükemmel örneğidir Çanakkale şiiri.
Akif çözülen İslam medeniyetinin sadece pasif bir izleyicisi kalmamış, çözülüşünün nedenleri, çözülmeye götüren bütün hastalıkların teşhisini de koyan bir şahitlik yapmış. Bu teşhisleriyle çözülen medeniyetin bir yandan ağıtını yakarken bir yandan da bu kapkaranlık sabahın ardından yükselecek nurlu sabahları da müjdelemiş, bunun yollarını göstermeye çalışmış.
O yüzden Akif’in şiiri asla ‘Müslüman Özne’yi hiçbir çıkışın olmadığı kaderci bir karamsarlığın veya kötümserliğin cenderesine terk etmez. Her şey ne kadar kötü gitse de bir çıkış yolu mutlaka vardır. Allah’ın arzı geniştir ve Müslümana ye’s içinde kendisini çevreleyen ve kısıtlayan şartları bahane ederek teslim olmak düşmez. Gerekirse bir mekandan başka bir mekana, değilse bir halden başka bir hale hicret etmesi gerek.
Sıfırı tüketmişse Müslüman, oradan başlayacaktır, Allah’a dayanacak, sa’ye (emeğe, çalışmaya) sarılacak ve hikmete ram olacaktır.