“Gençliğimiz nerede” diyenlerdenseniz
İyiliği yapıp denize atmak, deniz bilmese bile hâlık’ın bilmesini yeterli görmek, bir elin verdiğini öbür ele hissettirmemek, gerçek anlamda salt (muhlis) iyilik için iyiliğin adabındandır. O yüzden iyilik...
İyiliği yapıp denize atmak, deniz bilmese bile hâlık’ın bilmesini yeterli görmek, bir elin verdiğini öbür ele hissettirmemek, gerçek anlamda salt (muhlis) iyilik için iyiliğin adabındandır. O yüzden iyilik yapanların bunun reklamını yapmaktan kaçınmaları o iyiliğin zarfıdır. İşin içine riya karışınca ameller boşa çıkar, hele bir de bu riya iyilik yapılanlara yönelik bir başa kakmaya dönüşünce hiç yapılmasa daha iyi olacak bir işe dönüşür. Yaptığınız iyiliklerin bir de eziyete dönüşmesi kaçınılmaz hale gelir.
İyilikleri konuşmaktan yana bu tür çekincelerin ortaya çıkardığı paradoks, ortada kötülüklerden başka konuşulacak bir şeyin kalmaması oluyor. Kötülük konuşunca biz de kirleniyor, biz de o kötülüğün havasından etkileniyor biz de kötüleşiyoruz.
Oysa belki kendi yaptığımız iyilikleri değilse de şahit olduğumuz iyilikleri konuşarak başka türlü bir dünyanın, başka türlü davranışın varlığını haber verip bu davranışları fiili tavsiyeye dönüştürebiliriz.
Bir analiz var mesela. Seksenli, doksanlı yılların İslamcılarının çocukları bugün iktidar yüzü görmüş, gençlik ideallerinden uzaklaşmış, devletle bütünleşmiş babalarının hallerinden memnun değiller. Tepkilerini de ebeveynlerinin temsil ettiği ne varsa ondan uzaklaşmak şeklinde gösteriyorlar.
Gezi hadiseleri esnasında bu analizi doğrulayacak çok sayıda örnekle karşılaştık. Ebeveyni meşhur İslamcılardan gençler Gezi olaylarında boy gösteriyordu.
Kuşaklar arası bu farkın üzerinde çok durmak, bunun genel geçer bir kural haline gelmiş olduğunu düşündürtür tabi ve konuşuldukça bir gerçekliğe dönüşme riski de oluyor. Oysa bu tür örnekler varsa da bunlar kural değil. Kural olsaydı 15 Temmuz’da yine aynı gençler babalarıyla yarışırcasına o müthiş mücadelenin ön safında yer almazlardı.