Sahi Batıdan neyi alıp neyi bırakacaktık? Yeterki “kendimize” inanalım

“Kendimiz kalarak modernliğe ayak uydurmak” tezi 19. yüzyıldan beri karşısında “modernliğe ayak uydurmanın bedeli kendimiz olmaktan çıkmaktır” şeklinde bir itirazla karşı karşıya...

“Kendimiz kalarak modernliğe ayak uydurmak” tezi 19. yüzyıldan beri karşısında “modernliğe ayak uydurmanın bedeli kendimiz olmaktan çıkmaktır” şeklinde bir itirazla karşı karşıya kalmıştır. Bu itiraz zamanla o kadar baskın bir hale gelmiştir ki, “kendimiz kalarak modernliğe ayak uydurmayı” savunanları hatta bunu mümkün görenleri gereğinden fazla saf, naif, gerçeklerden uzak görmeye başlamıştır.

Aslına bakarsanız bu gerçekçilik iddiasının kendini yasladığı olgu, gerçekten de modernliğe ayak uydurduğumuz ölçüde kendimiz olmaktan çıkma konusunda ortaya konulmuş olan mesafeler olmuştur.

Bu tartışmaya ilk başladığımız yerde değiliz. O tartışmayı başlatan insanlardan gerçekten de çok farklı bir öznelliğe sahibiz. Bu kesin. Bu arada modernliğin de bütün kurumları ve düşünce tarzıyla hükümferma olduğu bir noktadayız.

Buna rağmen aynı modernlik içinde yeni bir “kendilik” konumu da oluşturmuş durumdayız. Belki tek eksiğimiz hala aynı soruyu zaman zaman yaşamış olduklarımızın mahiyetini tam takdir etmeden sormaya devam ediyor olmamız.

Bu soruyu ilk soranlar, ilk formüle edenler ve o naif, gerçeklikten uzak olanlar kimlerdi? Namık Kemal’leri, Ziya Paşa’larla başlayan ve en veciz ifadelerini ondokuzuncu yüzyılın başlarında Mehmet Akif Ersoy ve Sebilürreşad çevresiyle bulan bu tezin sahiplerine bugünden bu naifliği yakıştırmak kolay. Oysa onların o günkü “kendilikleri” ile bizim bugünkü “kendiliğimiz” arasında temelde bir fark vardı. Onlar her geçen gün yayılma eğilimi sergileyen Batı tehdidi karşısında canlı bir beden siyasetini temsil eden Osmanlı Devleti ve toplumu adına bir tedbir makamındaydılar. Butedbir çerçevesinde Batı’yı güçlü kılan bilim ve tekniğini kültür, din ve ideolojisinden soyutlayarak alabilmeyi ve böylece Batının meydan okumasına karşı koyabilmeyi mümkün görüyorlardı.

Mehmet Akif’in meşhur “Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini; / Veriniz hem de mesâînize son sür’atini. / Çünkü kaabil değil artık yaşamak bunlarsız; / Çünkü milliyeti yok san’atın ve ilmin; yalnız.” Şeklinde ifade edilen sözleri çok sonradan bazı İslamcı entelektüeller tarafından neredeyse alay konusu olacaktır. Zira onlara göre bilim ve kültürü, teknik ve ideolojiyi birbirinden ayırmak mümkün değildir. Bunun en önemli kanıtını mı sorarsınız?İşte şu ana kadar yaşamış olduklarımız: Batının hem tekniğini aldık hem de kültürünü ve ideolojisini.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sömürge kafaların Yusuf Tekin’e garezleri 20 Kasım 2024 | 468 Okunma Değerlerimiz ve biz 18 Kasım 2024 | 144 Okunma Dini, ekonomik ve siyasi değerlerimizin durumu 16 Kasım 2024 | 120 Okunma İnsanlık için basit, İİT ve Arap Ligi için dev bir adım! 13 Kasım 2024 | 324 Okunma Ziya Gökalp’in Türkçülüğü, Cumhuriyetin Türkçülüğü 11 Kasım 2024 | 631 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar