Sekülerleşme bir tarihsel evre mi, bir norm mu?
Sekülerleşmeyi tarihsel-evrimsel bir sürecin sonuna bağlayan sosyal bilimcilerin giderek onu bir norm olarak benimsetme işgüzarlığı dikkatlerden kaçmıyor. Aslında en iddialı haliyle bile gerçekleşemeyen bir şeydir...
Sekülerleşmeyi tarihsel-evrimsel bir sürecin sonuna bağlayan sosyal bilimcilerin giderek onu bir norm olarak benimsetme işgüzarlığı dikkatlerden kaçmıyor. Aslında en iddialı haliyle bile gerçekleşemeyen bir şeydir, çünkü sekülerleştiği söylenen dünyanın dinle, dinsellikle bağları, iç içeliği, etkileşimleri göz ardı edilerek sürdürülebilen bir anlatıdan başkası değildir. Ama bir yandan da sekülerleşme anlatısına mesnet teşkil eden sosyolojik tespitlerle ilgili veriler de yeterince sağlam veya güvenilir değildir veya hiç değilse belli bir sosyal bağlam içinden, belli sosyal ve tarihsel etkilere maruz, çoğu kez Hıristiyan veya Yahudi toplum kesitlerinden elde edilmiştir.
Bu konuda bugün için iki önemli veriyi sorgulayarak ilerleyelim.
DÜNYANIN BÜYÜSÜNÜN BOZULMASINA KİM NİYE AĞLIYOR?
Ünlü Alman sosyolog Max Weber için sekülerleşme, modernliğin dinsel kültürü olarak, dünyada olup biten hiçbir şeyin dünya dışı bir faktörle anlaşılmaya çalışılmadığı, her şeyin görünür nedenlere bağlanmaya çalışıldığı bir rasyonelleşmeyle açıklanır. Bu sürecin adı da Dünyanın büyübozumu (disenchantment) olarak konulur. Bu da rasyonel modern dünyaya karakterini verdiği düşünülen bir zihniyet dönüşümüne işaret eder. Dünyanın büyüsünün bozulması aslında sonuçta bir algı meselesidir. Dünya hiçbir zaman büyülü değildi, ancak onun büyülü olduğuna, dünyada olup biten her şeyin görünmez bazı güçlerce idare edildiğine dair bir inanç söz konusuydu.