Yeni anayasa, başkanlık ve dünyanın istikameti
Türkiye'nin geleceğin dünyasında geçmişten ve bugünden daha farklı bir iddiası, yeri ve rolü olacaksa bu role ve iddiaya bugünün anayasasıyla sahip olamayacağı artık gün gibi aşikar. Oysa 1 Kasım...
Türkiye'nin geleceğin dünyasında geçmişten ve bugünden daha farklı bir iddiası, yeri ve rolü olacaksa bu role ve iddiaya bugünün anayasasıyla sahip olamayacağı artık gün gibi aşikar. Oysa 1 Kasım seçim sonuçları 7 Haziran'da yaşanmış olan türbülansın bütün anlamlarına karşı halkın çok güçlü ve vurgulu bir cevabını içeriyor.
Bu sonuçlar Türkiye'nin bu dünyada hak ettiği yeri alması için nasıl bir istikamete olması gerektiğine dair çok açık bir mesaj içeriyordu. Bu istikamet ise herşeyden önce bir daha böylesi türbülansların kolay etkileyemeyeceği, istikrarsızlığa sokamayacağı bir sistem değişikliğini içeriyor.
Esasen Türkiye'nin bu istikamet içinde oluşu sadece Türkiye için değil, dünyanın da daha fazla zıvanadan çıkmaması için de bir gereklilik. Bugün bu düzeyde bir istikrar içindeki bir Türkiye olmasa emin olun başta çevremizdeki dünya olmak üzere bütün dünyayı çok daha feci gelişmeler bekleyebilirdi.
En basitinden Suriye ve Irak'ta DAEŞ ve PYD üzerinden sergilenen tiyatroyu bütün kodlarıyla çözen ve bu tiyatronun yazılmış bir çok trajik sahnesinin oynanmasını engelleyebilen bir faktördür Türkiye. Ne yazık ki sahnelenme fırsatı bulan bütün trajik olayların vahim sonuçlarından etkilenen insanların en güvenilir sığınağı da sadece Türkiye'dir.
Türkiye'nin muhalefet partilerininse, bu trajediye karşı öne sürdükleri tek çözümün ülkemize sığınan insanları evlerine geri göndermek olduğunu ibretle gördük. Bunların geri gittiklerinde evlerinin yerinde yeller esiyor olduğunu göreceklerini bile bile üstelik. Bu muhalefetin iktidarda bir koalisyon olarak veya tek başına bir nebze sözsahibi olduğu bir yerde Türkiye'nin mazlumlara melce olma özelliğini nasıl hızla yitireceğini büyük bir endişeyle gördük.
Ayrıca, Koalisyon güçleriyle Rusya'nın, Esad rejiminin bekasını temin edecek biçimde hep birlikte odaklandıkları DAEŞ düşmanına karşı şımarttıkları PYD'yi Suriye'nin geleceğini belirleyecek masaya oturtma çabalarını yakından izledik. PYD'nin Suriye topraklarında izlediği şiddet politikalarında DAEŞ'ten hiç bir farkının olmadığını da gördük. Önce diğer bütün Kürt örgütlerini tasfiye etmek üzere olağanüstü desteğe boğdular. Aldığı onca destekle önce bütün muhalif ama çoğunluk olan Kürtleri ezen, süren ve bastıran PYD'yi şimdi de Kürtleri temsil eden ve muhatap alınacak tek kurum olarak satmaya çalışıyorlar.
Bizim karşı çıkışımızı da Türkiye'nin Kürtlerle derdi başlığı altında lanse ediyorlar. Sanki Türkiye'nin Kürtlerle bir derdi varmış gibi. Oysa bizim derdimizin Kürtlerle değil, başta Kürtlerin düşmanı, zalimi ve katili olan bu örgütledir. Bu örgüt ki, sınırın bu yanında PKK, öbür yanında PYD oluveriyor. Bu haliyle DAEŞ'e karşı PKK'yı terör örgütü olarak tanımlamış olan dünya devletlerinden “özgürlük savaşçısı” olarak vize alabiliyor olması dünyanın teröre karşı savaş konseptinin ne kadar zayıf olduğunu gösteriyor. İşte bu zayıflığı teşhis edebilen ve bunu dünyaya okuyabilen de istikrarını kazanmış Türkiye olabiliyor.