Hegemon
Eski Yunan’da bir şehir devletinin (polis) aynı konfederasyon içindeki diğer şehir devletlerine hükmetmesine “hegemonya,” bunu uygulayana da “hegemon” denirdi. Milattan çok önce, 700’lü yıllarda yola...
Eski Yunan’da bir şehir devletinin (polis) aynı konfederasyon içindeki diğer şehir devletlerine hükmetmesine “hegemonya,” bunu uygulayana da “hegemon” denirdi. Milattan çok önce, 700’lü yıllarda yola çıkan kavram uzun bir seyahat boyunca kılık değiştirerek nihayet Plekhanov’dan Gramsci’ye doğru sınıfsal bir içerik kazandı, çeşitlendi. Böylece kavram, bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki tahakkümünden (sınıfsal hegemonya), dayatılan bir kültürün başka kültürleri yozlaştırmasından (kültürel hegemonya) ya da toplumda hâkim bir ideolojinin diğer ideolojileri baskı altına almasından (ideolojik hegemonya) kaynaklanan bir tür teslimiyet hâlini anlatmak için kullanıldı.
Hegemonyanın en başta gelen belirtisi otosansürdür (kendini kısıtlamak). Kimse sizden görüşlerinizi eğip bükmenizi, hegemonu kızdırmamak için tavrınızı değiştirmenizi istemez. Fakat siz toplumun içinde ayakta kalmak ya da başarılı olmak, daha çok kazanmak için hegemona ayak uydurmak, en azından bazı konularda onun gibi düşünmek ve davranmak mecburiyetinde kalırsınız. İşte bu, hegemonyadır.
Türkiye’de basın ne Demokrat Parti zamanında, ne de sıkıyönetim ve askerî cunta dönemlerinde hegemonyaya teslim oldu. Çünkü “basın” denilen şey henüz dev holdinglerin yan kuruluşu, plaza saltanatının bir ürünü olmamıştı. Turgut Özal’la başlayan süreçte merkez medya patronu giderek haysiyetini kaybetti ve sonunda vatan millet bayrağını plazanın bordasından aşağı attı.
Fikirle değil de sermayeyle ayakta duran medya her zaman iktidarın kamçısına boyun eğer. Bunlar paraya taparlar! Medya patronu, medyanın sevilen programcılarını, yazarlarını kapının &oum...