Kendi kollarımız
Sıradan “yurttaş” seçim dönemlerinde görünür, sonra kaybolur. Kaybolmadan önce, yani kendisini “yurttaş” gibi hissettiği o kısa seçim döneminde, eline kâğıdı kalemi alıp basit...
Sıradan “yurttaş” seçim dönemlerinde görünür, sonra kaybolur. Kaybolmadan önce, yani kendisini “yurttaş” gibi hissettiği o kısa seçim döneminde, eline kâğıdı kalemi alıp basit aritmetikle kime oy vereceğini hesaplar. Bunu yaparken, vereceği oyun kendi hayatında herhangi bir değişikliğe yol açmayacağını geçmiş tecrübeleri sayesinde gayet iyi bilir. Fakat kısa süreliğine “yurttaş” olarak seçim heyecanına, neşesine, şenliğine katılmak ister. Ateşli bir tutumla, sanki bir şey olacakmış gibi siyasî sohbetlere katılıp heyecanla görüşlerini dile getirir. Mesela aritmetik olarak, “HDP’ye oy vermezsek 80 milletvekilini AKP’ye kaptırırız” diye düşünür. Böyle düşünmesi için ayrılıkçı olması ya da Selocan’ın “Kibar Feyzo” hâlini çok şirin bulması şart değildir. Ya da stratejik bir hamleden yana tavır koyarak, “Önce AKP’den kurtulmalıyız, bu yüzden Sekiz Köşeli Muharrem’i cumhurbaşkanı yapmalıyız,” der. “Şövalye Gül kalmadı bari Muharrem verelim” mantığı üzerinde düşünmesi ya da CHP’nin seçim bildirgesini anlamış olması gerekmez. Maç varsa takımlardan birinin renklerine gönül verecek, tüyö aldığı ata oynayacak ya da sayısal loto’nun rakamlarını nümerolojik yorumlarla saptayacaktır. En basit ve düz mantıkla kısa süreli “yurttaşlık” görevini yerine getirecektir. Üstelik hem eğlenecek, hem de kendisini önemli hissedecektir. Bu tutumlar, insan türünün ve zihninin üretebileceği en ilkel mantığa yol açar: “Muharrem’e saldırıyorsun, o hâlde sen Tayyip’ten yanasın,” “HDP’yi eleştiriyorsun, o hâlde sen ırkçı bir...