Midas’ın kulakları
Bazı zengin sanayici ailelerin topluca Malta vatandaşlığına geçmesi iktidara biat edemeyen ürkek sermayenin durumunu açıklıyor. İşçiler “Savunma sanayi özelleştirilemez” diye gösteri yaparken...
Bazı zengin sanayici ailelerin topluca Malta vatandaşlığına geçmesi iktidara biat edemeyen ürkek sermayenin durumunu açıklıyor. İşçiler “Savunma sanayi özelleştirilemez” diye gösteri yaparken, Millî Savunma Bakanı’nın Tank Palet Fabrikası’nın özelleştirilmesini savunması ise üretim ekonomisi tartışmalarına ışık tutuyor.
Birincisi, sanayi burjuvazisinin teşvik görmeyen kesiminin ülke içinde yatırım “iştahı”nı kaybettiğini (ne kadar kâr o kadar iştah!), geleceği karanlık gördüğü için hazımsızlık çeken midesini dışarıya boşalttığını gösteriyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne bağlı araştırma kuruluşu, 2018 yılı sonunda 2,7 milyar dolarlık yatırım sermayesinin Türkiye’den kaçtığını, kaçışın devam ettiğini bildirdi.
İkincisi daha vahim. Sayın Savunma Bakanı, Tank Palet Fabrikası’nın özelleştirilmesini savunurken, “Amacımız fabrikanın verimliliğini artırmak, teknolojik seviyesini yükseltmektir,” dedi. Bu sözlerden, fabrikanın verimliliğini artıracak ve teknolojik seviyesini yükseltecek kadrolardan yoksun olduğumuzu anlıyoruz.
Fakat öte yanda, Hollanda’daki sanayi ve teknoloji şirketleri, TÜBİTAK, ASELSAN ve diğer askerî teknoloji kurumlarından 127 mühendisi alıp kendi ülkesine götürüyor.
Bir yanda bizim mühendislerimiz ülkeyi terk ediyorlar, öte yanda askeri üretim yapan fabrika verimliliği artsın diye satılıyor. Kime satıldığı belli değil. AKP yönetiminin savunma alanında bile plan perspektifinden yoksun olduğunu; sermaye, teknoloji ve kadroları birleştiremediğini, böyle bir niyet taşımadığını anlıyoruz.
Siyasî iktidarın iktisat politikasını değiştirerek sıcak para ekonomisinden üretim ekonomisine geçmesi, bizzat yarattığı ve iktidarının temelini oluşturan zenginler sınıfını ayakta tutma mecburiyeti nedeniyle imkânsız görünüyor. İktisat politikalarının sınıfsal yapılardan tamamen bağımsız olarak siyasî iktidarın niyetlerine göre değişmediğini; ancak hâkim sınıfların farklı kesimleri arasında bir mutabakatla ya da ezilen sınıfların baskısıyla ya da devletin bir kesiminin zorlamasıyla değişebildiğini biliyoruz. Bu türden bir mutabakat ya da baskı/zorlama olmadığı sürece siyasî iktidar ayakta kalabilmek için parasal değeri olan her şeyi satıp özelleştirerek kumbarasını doldurmaya, elinde biriken fonlardan rüşvet dağıtarak seçim kazanmaya, seçim kazandıkça devlet aygıtlarını kendi suretinde yeniden örgütlemeye çalışacak ve içine düştüğü kısır döngü onu en dramatik sonuçlara doğru sürükleyecektir.