Gül ve gül yağı
Çok seyrek yıkandıkları için kötü kokan Fransızlar parfümü icat ettiler. Bizim ise böyle suni kokulara ihtiyacımız yoktu: Çünkü bir “temizlik” ve “tuvalet” kültürüne...
Çok seyrek yıkandıkları için kötü kokan Fransızlar parfümü icat ettiler. Bizim ise böyle suni kokulara ihtiyacımız yoktu: Çünkü bir “temizlik” ve “tuvalet” kültürüne sahiptik. İnsanımız su ile barışık yaşıyor, sık yıkanıyor, ağız kokusunun giderilmesi için de her abdestte dişler “misvak”lanıyordu.
Yaşam alanları (camiler, saraylar, evler) zaman zaman gül suyu ile yıkanıyor, özellikle camilerde her Cuma ve ramazan boyunca güzel koku veren buhurdanlar yakılıyordu (şimdilerde ter ve çorap kokması neden?)…
O kadar ki, zaman içinde, “güzel koku sanatı” diyebileceğimiz bir “sanat” ortaya çıktı. Banyodan sonra vücudu ovmak, saçlara sürmek, elbiseleri buharına tutmak, evlerde yakmak için güzel kokan nesneler imal edilip çarşı-pazarda satılmaya başlandı.
Her misafir, hatta yabancı elçiler, gül suyu ve buhur ikramıyla karşılanırdı. Mevlid, mukabele, hac karşılaması ve her türlü toplantıda gül suyu ikram etmek âdetti: Osmanlı hem güle çok değer verirdi, hem de gül suyuna…
Çünkü “her gül Muhammed kokar”dı ve her Muhammed’den Allah’a gidilirdi. Bu yüzden güle kudsiyet bile izafe edilir, bu çerçevede kitaplar lâle-gül motifleriyle süslenirdi. Hatta güle ilişkin çeşitli menkıbeler anlatılırdı. Bu yüzden tıpta bile gül ve gül suyu kullanılır, gül suyu yemeklere katılırdı.