İnsan, ramazan ve hayır-hasenat
Hem dini, hem de milli kültürümüzün temelinde “eşref-i mahlûkat” olarak “insan” var: “Her şey insan için” görüşü, medeniyet anlayışımızın bamteli ve temeli... Bu...
Hem dini, hem de milli kültürümüzün temelinde “eşref-i mahlûkat” olarak “insan” var: “Her şey insan için” görüşü, medeniyet anlayışımızın bamteli ve temeli...
Bu idrak içinde eğitilen Osmanlı insanı din, dil, renk, ırk farkı gözetmeksizin insanlara hizmeti ibadet telakki etmiş, “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır” prensibi çerçevesinde, hayırda yarışmış, bu ulvi ve külli yarışın bir sonucu olarak da, büyük hayır müesseseleri (vakıflar) vücuda getirmiştir. Osmanlı’da vakıf müesseselerin bolluğu ve yaygınlığı “hayır”da yarışın ne denli büyük bir toplumsal heyecan dalgası oluşturduğunu gösteriyor.
Rahatlıkla diyebiliriz ki, Osmanlı insanı, “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan, Allah yolunda harcananın da en hayırlısı halkın en çok ihtiyaç duyduğu şeyi karşılayandır” anlayışı çerçevesinde, hayatını yaradılış hikmetine hizmete vakfetmişti.
Devlet, insanının bu ulvi çabasından öylesine etkilendi ki, bizatihi kendisi devasa bir vakfa dönüşüp din, dil, renk, ırk, kılık, kıyafet, anlayış farkı gözetmeksizin, tüm gücünü, yönettiği insanların hizmetine sundu…
Çok da iyi yaptı, çünkü hayatın merkezi insandır: “Kâinat hayata, hayat insana bakar.” Vakıf müesseseleri ise insana (ve tabii ki hayata) duyulan sevgi ve saygının kurumlaşmış halidir.