“Muallim”den “öğretmen”e geçtik, ama...
24 Kasım “Öğretmenler Günü”dür. Söze bir yakınma ile başlayayım: İyi bir öğretmen yetiştirmek, binlerce “iyi insan” yetiştirmek demektir, ama biz “iyi öğretmen”...
24 Kasım “Öğretmenler Günü”dür. Söze bir yakınma ile başlayayım: İyi bir öğretmen yetiştirmek, binlerce “iyi insan” yetiştirmek demektir, ama biz “iyi öğretmen” yetiştiremiyoruz. Bu yüzden öğretmenlerin tüm sorunlarını çözüp bir elleri yağda, bir elleri balda yaşatsak bile “iyi insan yetiştirme” sorunumuz çözülmeyecektir!
“İyi öğretmen nasıl olunur?” sorusuna cevap bulmak isteyen, öncelikle Peygamber-i Âlişan Efendimize, sonra da padişah hocalarına bakmalı (“Padişahların Akıl Hocaları” isimli kitabımda tafsilat var, Nesil Yayınları). Özellikle de Fatih Sultan Mehmed’i yetiştiren Ak Şemseddin’e…
Ak Hoca, Şehzade Mehmed’i, dünyada benzerlerine rastlanabilen bir cihangir olmaktan çıkarıp benzersiz bir hükümdar yapan sâikin baş mimarıdır.
Talebesinin ruhunu gergef gibi işlemiş, kozasını örmüş, nihayet ipekböceği kozasından çıkıp uçmaya başlayınca, kendisi için önünde tek bir rota bulmuştur: Bizans! Şehzâde bu rotayı tâkiple fethi gerçekleştirmiştir.
Fetih sırasında karşılaştığı muazzam güçlüklerle ümidi tökezler gibi olduğu bocalayış anlarında hep Ak Hoca’sını yanında bulmuş, Peygamber müjdesini onun sesinden her duyuşta âdeta yeniden dirilmiş, nice ümitsizliklerin, tersliklerin üstesinden gele gele Bizans kördüğümünü parçalamıştır.
Hoca, talebesinden kırk iki yaş büyüktür. Bu bakımdan münasebetleri hoca-talebe münasebetlerini aşıp, aynı mefkûreye, ayne ideale, aynı hasrete yürüyen bir baba-oğul münasebeti haline dönüşmüştür.