Ramazanı on beş güne indirmek!..
Ramazanı Eylül ayına sabitleyelim” (Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı) diyen oldu. “Şubat kısa ve serin olduğu için Şubat’a sabitleyelim” (Hürriyet yazarı Yalçın Bayer) diyen de oldu... Tarihte...
Ramazanı Eylül ayına sabitleyelim” (Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı) diyen oldu. “Şubat kısa ve serin olduğu için Şubat’a sabitleyelim” (Hürriyet yazarı Yalçın Bayer) diyen de oldu...
Tarihte, “Ramazanı on beş güne indirelim” diyen biri var ki, Sultan II. Selim’in Habeşli dalkavuğudur...
Görev icabı, padişahın hoşuna gidecek şakalar, taklitler, şaklabanlıklar yapar, onu eğlendirmeye çalışır, en gergin anlarında bile güldürürmüş. O yanındayken, Padişah, vaktin nasıl geçtiğini anlayamaz, onunla vakit geçirmekten zaman bulup vezirlerini huzuruna kabul edemezmiş.
Günün birinde herkes usanmış. Nihayet Sadrazam bu işe bir çare bulmaya karar vermiş. Ne yapıp edip Habeşli dalkavuğu Padişah’tan uzaklaştırmalı, Padişah yeniden vezirleriyle devlet işlerini görüşmeye başlamalıymış.
En ağırına giden de, kölenin ne zaman istese Padişah’ın huzuruna çıkabilmesiymiş...
Oysa kendisi hüsn-ü kabul görmüyormuş. Derken mübarek Ramazan gelmiş. Mevsim yaz, hava sıcak, İstanbul kavruluyor, oruç insanları zorluyormuş.
Sadrazam’ın aklına parlak bir fikir düşmüş. Habeşli dalkavuğu huzuruna çağırıp konuşmaya başlamış: “Sen Padişah Efendimizin en sevdiği insansın. Bir dediğini iki etmez. Senden bu ümmet adına bir ricam olacak...”
“Nedir halledelim” derken, hindi gibi kabarmış, dalkavuk...
Sadrazam için için gülerek, anlatmaya başlamış: “Malum, ramazandayız. Havalar çok sıcak. Günler uzun. Ümmet oruç tutmakta zorlanıyor...”
“Malum” demiş dalkavuk, “ben dahi zorlanıyorum.”
Sadrazam son derece ciddi bir yüz ifadesiyle sözlerine devam etmiş:
“Cennetmekân Sultan Selim-i evvel (Yavuz) zamanında ramazan orucu üç aymış. Böyle sıcak günlere denk geldiğinde, Yavuz, Halife-i rüy-i zemin olarak bir ferman çıkarmış ve üç ay tutulan ramazan orucunu bir aya indirmiş. Şimdiki Efendimizin de adı Selim, ramazan da yine çok sıcak günlere denk geldi, adaşı ve atası Yavuz Sultan Selim gibi bir ferman daha çıkarıp orucu on beş güne indirse, ümmet kıyamete kadar Efendimize dua eder.”
Derin bir nefes aldıktan sonra eklemiş: “Sen de dualardan nasiplenip Cennet-i Âlâya kurulursun.”
Habeşli köle düşünceye dalmış: “Olur mu dersin?”
“Hem de çok güzel olur. Eminim sen teklif edersen, yapar. Sevabın dışında Padişah’tan okkalı bir de armağan alırsın.”
Teklif bu kez dalkavuğun aklına yatmış: “Merak etme hallederim” diyerek, seke seke Padişah’ın huzuruna çıkmış.
On dakika kadar kalmış. Ve seke seke girdiği kapıdan âdeta sürünerek çıkmış. Padişah arkasından hâlâ bağırıyormuş: “Seni mel’un Karavaş seniiiii, seni yezid seniiiii!”
Bir sütunun arkasına siperlenip dalkavuğun huzurdan çıkmasını bekleyen Sadrazam, dalkavuk kapıda belirir belirmez, kıs kıs gülerek sormuş:
“Ne oldu, Padişah teklifini kabul etti mi?”
Dalkavuk, kesik kesik cevap vermiş: “Teklifi duyunca çok öfkelendi, ‘Beni âleme rüsvay edip kıyamete kadar lânetle mi andıracaksın’ diye kızdı. Hakkımda sürgün fermanı çıkardı; Fizan’a sürüldüm.”
Köle ağlayarak uzaklaşırken, Sadrazam arkası sıra bağırmış:
“Ramazanı kökünden kaldırsın dedirtseydim, sürgünle paçayı kurtaramaz, kellenden olurdun, maskara herif!”