“Yeni Türkiye”, “Yeni Bürokratik Yapı” ve “Misak-ı Millî”
Türkiye, üç yüz yıldır maddî-mânevî büyük buhranlara sahne oldu. Bunların nesiller üzerinde bazı tahribatlar yapması kaçınılmazdır.Beş yüz yıl gibi uzun bir süre...
Türkiye, üç yüz yıldır maddî-mânevî büyük buhranlara sahne oldu. Bunların nesiller üzerinde bazı tahribatlar yapması kaçınılmazdır.
Beş yüz yıl gibi uzun bir süre, üç kıta üzerinde hükümran olan şanlı bir imparatorluğun medeni hamlelerine temel teşkil etmiş bir millet, maalesef 19. asırdan itibaren bocalamaya geçti, kendini yeniden inşa etme basiretini bir türlü gösteremediği ve değişen dünya şartlarını okuyamadığı için de imparatorluğunu kaybetti.
Cumhurbaşkanımızın “Yeni Türkiye” vurgusu, işte bu tecrübeden süzülüp geliyor. Yeni şartları okuyamayan, yorumlamayan ve yeni şartlara göre politika üretemeyen devletleri iki akıbet bekliyor: Ya büyük bir devletin kuyruğu olarak yaşayacaklar ya da yok olup gidecekler!
Büyük bir devletin kuyruğu olarak yaşamak, insan fıtratına aykırıdır. Bediüzzaman: “Beşer, esir olmak istemediği gibi ecîr (ücretli ırgat) olmak da istemez” diyerek bu gerçeğin altını çiziyor.
İnsanlığın hasreti hürriyettir! Devletler hürriyetin kapısını açmalıdır. Bu sadece insanların selâmetini değil, devletlerin de selametini sağlar. Şeyh Edebali’nin “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” sözü de bu mânâya geliyor.
Osmanlı bu gerçeği idrak etmeye başladığında, çoktan “yeni bir dünya” kurulmuştu.Batı çoktan Rönesans’ını gerçekleştirip “Sanayi Devrimi”ni tamamlamıştı. Artık Avrupa, Osmanlının tanıdığı eski Avrupa değildi.