'68 Kuşağı'nın idealisti Cengiz Atak...
Bütün dünyada sosyalist rüzgârların estiği 1968 yılında Türkiye'mizin de etkilenmemesi mümkün değildi. Türk Siyasi Tarihinde "68'liler" denince ilk akla Mahir Çayan ve Deniz'ler gelir... Bugün yeni nesillere...
Bütün dünyada sosyalist rüzgârların estiği 1968 yılında Türkiye'mizin de etkilenmemesi mümkün değildi. Türk Siyasi Tarihinde "68'liler" denince ilk akla Mahir Çayan ve Deniz'ler gelir... Bugün yeni nesillere "Romantik Devrimci" diye yutturulanların bazılarının Türkiye'de "Kürtçülük hareketi"ni uyandırdığını söylemezler. Banka soygunlarını, adam kaçırma, polis-asker vurma cinayetlerini saklarlar. Dahası Deniz'in sembol olan "parka"sının Ankara'da "Jusmat" denilen Amerikan üssünden alındığını da aşk senaryosu ile kamufle ederler. Devrin cuntacılarının "mısır gibi bomba patlatıyorduk" itirafları yazılan anı-belgesel ve özeleştirilerde farklı ele alınarak "anti-emperyalist eylem"ler olarak yutturulmaya çalışılır. Devrin "sözde devrimci"lerinin 'Filistin Kampları'nda mazlum halkların özgürlük mücadelesi adı altında istihbarat örgütlerince eğitildiğini fikri namusunu kaybetmeyenler bile susma hakkını kullanarak itiraf etmekten kaçınırlar. O kamplardan bir gün önce kaçanlar daha doğrusu gitmeleri istenenlerin yıllar sonra Cumhurbaşkanları ve başbakanların sofralarında "Akil adam" oluşları zaman zaman sorgulanıp "Ajan" olduklarına dair teşhisler de sol yayınlarda ısrarla ıskalanmıştır. Hasan Cemal'in yıllar sonra "Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım" kitabında Kuseyri cinayetini ülkücülerin üzerine yıkmaya çalışmaları, Gün Zileli'nin "Havariler-Yarılmalar" gibi kitaplarında Aydınlıkçıların nasıl "paralı asker" ya da "lejyoner" haline dönüştürüldüğünü bunun bugünkü PKK'da devam ettiğini de görmezden gelir 68'in sosyalistleri.
***
Bugün amacım 68 kuşağının gayrimillî solunu sorgulamak değil. O günün koşullarında "Millî Çizgi"yi tercih etmenin zorluğunun altını çizmek için devrin modasını hatırlatırken "Türkçülük-ülkücülük" gibi zor tercihi seçenlerin yaşadıkları güçlüklere dikkat çekmeye çalıştım. Ne tezattır ki 200 yılı aşkın bir hareket olmasına rağmen 68'de Sol kentliyken, Milliyetçilik kavruk Anadolulu köylülerinin ideolojisi olmuştur. "1944 Türkçülük-Turancılık Davası"nın yankıları ile merhum Nihal Atsız çizgisinde Türkçülük -Turancılık akımından etkilenen gençler sonunda merhum Alparslan Türkeş'in sayesinde Türk Milliyetçiliği çizgisinde "Ülkücü Kimlik"i tercih ederek çileli uzun bir yola çıkmışlardı... Onlardan birisi de Cengiz Atak'tı. Rüzgârın Oğlu Muhittin Çolak'ın eşsiz kitabı "Her şey Milliyetçi Türkiye için" adlı eserde Cengiz Atak ile ilgili en az 50 atıf vardır. "Genç Ülkücüler-Ülkücü İşçiler-Ülkü Ocakları" ve diğer kuruluşlarda ilk 5'teki kişidir.
Cengiz Ağabey ile MTA Genel Müdürü iken tanıştım. Türkiye'nin stratejik kuruluşu MTA'da Genel Müdür iken makamını idealist ülkücülere açmaktan geri durmadığı gibi, Türk Milliyetçilerinin geleceğine dair tercihini alenen açıklamaktan geri durmamıştır. Gönül verdiği, kavgasını verdiği hareketin "kontrol altına" alınışını fark edince; "Türk Milliyetçiliği'nin bir siyasi partinin çerçevesinde hapsedilemeyeceği" kararını ifşa ederek "önemli olanın 3 Mayıs Türkçüler Günü Ruhu" olduğunu belirtti. 1997, merhum Türkeş'in vefatından sonra "3 Mayıs Türkçüler Günü"nün ev sahipliğini yıllarca kesintisiz sürdürdü. Atatürk Orman Çiftliği içindeki sosyal tesislerin sahibi olarak bizleri hep bir araya getirdi. Melih Gökçek'in o tesisi gasp etmesi üzerine Ankara-Kazan'daki çiftlik evinde "Çankaya Yokuşunda balam/ Asyanın Bozkurtları/Dudaklarda aynı türkü/Tanrı korusun Türk'ü" marşını hep bir ağızdan söyletirdi. Genç-idealist öğrencilerimize burs verdi. Dernek-Vakıf ve diğer kuruluşlarımıza maddi-manevi katkılarını esirgemedi. Ülke sorunlarının çözümünün "siyaset"ten geçtiği gerçeğinden hareket ederek çeşitli siyasi partilerde reçete üretmek için çaba harcadı. Hiç kompleksi olmadı... En son İYİ Parti Yüksek İstişare Kurulu Üyeliğini sürdürüyor ve canım memleketim düze çıkmasını yolunu arıyordu.
***
Mensubiyeti ile her daim gurur duyduğu Türk Milletinin mensubu olarak, Türkiye'mizin gidişatından memnun değildi. Orta Doğu coğrafyasında Türk'ün tuzağa düşürüldüğünde hem fikirdik. Israrla Kazan'daki çiftliğine davet ediyor, "Sen bizim televizyondaki yüzümüzsün... Yavuz kardeşim şu televizyon nasıl kurulur, nasıl işletilir, kaç para gerekir... Benim üzerime ne düşer..." derdi.