Çıplak Arama...
"Çıplak arama" tartışmalarında KRT'de gerçekleri savunduğum için trollerin işportaya düşürdüğü "Fetö" damgası yedim iyi mi? Onlar babalarının aklında değil iken 12 Eylül'den hemen...
"Çıplak arama" tartışmalarında KRT'de gerçekleri savunduğum için trollerin işportaya düşürdüğü "Fetö" damgası yedim iyi mi? Onlar babalarının aklında değil iken 12 Eylül'den hemen sonra başlattığım mücadelede başıma gelmeyen de kalmadı. İnkarcılık politikasına bir de "Uzaya duble yol yaptık desek inanan kitlemiz var" ekleyen zihniyet "Külliyen yalan, Fetö iftirası" diyerek işin kolayına kaçmaya kalkışıyorlar. Oysa 18 yıldır yönettikleri devletin mevzuatlarında, yönetmenliklerinde çıplak arama zaten var. Ne de olsa başına gelmeyenin hoşuna gelirmiş.
Geçtiğimiz gün TBMM de kürsüye çıkan değerli dostum CHP İzmir Milletvekili Tuncay Özkan, Ergenekon kumpasından 6 yıl yattığı hapis esnasında ve gözaltı sürecinde yaşadığı çıplak aramayı anlattı. "Cezaevinde çıplak arandım. Gözaltında neler yaşadım" yazarsanız internette görüntülerini izleyebilirsiniz. Özkan, yaşadıklarını anlatırken, "Gelin bu ayıptan kurtulalım. Benim yattığım hücrede şimdi fettulahçılar yatıyor. Orada insan yatamaz" derken bu uygulamanın TBMM tarafından kaldırılması çağrısında bulunarak, sadece AKP milletvekillerinin değil, tüm Türkiye'nin bu işkence ile yüzleşmesini sağladı.
AKP iktidarı, muhalefetin sesini kısmak için TBMM de iç tüzüğü defalarca değiştirdi. Sevgili Tuncay, o milletin kürsüsünde yeterli vakit verilmiş olsa, yaşadıklarını, tanık olduklarını günlerce anlatabilirdi. Kumpas davalarında gerçekler anlaşılmaya başlanınca gazeteci meslekdaşlarımızı ve kamuoyunun yakından tanıdığı bilim insanları ve askerleri Silivri'de ziyaret edebilmek için girişimde bulunduk. O sıra İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı şimdi de CHP İzmir Milletvekili olan Atila Sertel'in gayretleri ile her ay açık görüş ziyaretlerimiz bir yıl boyunca tahliyeler gerçekleşene kadar sürdü. Her ziyarette Sertel ile bu satırların yazarı demirbaş listesindeydi. O ziyaretlerde tutuklular keyifli olurdu. Ancak birinde Tuncay Özkan gözleri kızarmış, öfke ile beyaz plastik masaya külçe gibi yığılınca endişe ettik. Ne de olsa içeride hastalık kol geziyordu.
Her ziyarette koğuş muhabbetlerini tiyatral olarak anlatıp bizi kahkahaya boğan Tuncay'a: "Hayırdır?" dedim. Yutkunarak; "Bana yapılsa bu kadar canım acımazdı. Resmen ağladım" diyerek başladı anlatmaya: "Gazetecilik hayatımda adamın aleyhine defalarca haber yapıp ağır eleştiriler yazdım. Ancak hasta. Adli tıp raporlarında bile cezaevinde yalnız yatamaz raporu var. Ama içeride 5 yılı devirdi. Vücudunda şarapnel parçaları var. Kulağında cihaz var. Cihazdan geçerken ötüyor tabi. On defa cihazdan geçirdiler. Her birinde eşofmanını çıkardı, ayakkabılarını çıkardı. Don-fanila kaldı. Çıkar diyorlar. En son donunu çıkarıp, çırıl çıplak kaldı. "Tamam mı" derken ben kahroldum. İnsanlığımdan utandım."
Tuncay anlatırken tansiyonum tavam yaptı. Mideme kramplar girdi. Adı bende saklı o tutuklunun kim olduğunu, o günleri yakından takip edenler tahmin ediyordur. 12 Eylül'de işkenceler yaşandı. Sonrasında devam etti. 90'larda sona erdirmek için ciddi reformlar yapılmasına rağmen bitirilemedi. 15 Temmuz darbe girişiminde birden had safhaya çıktı. Kısa gözaltı yaşadığım günlerde ben de tanık oldum kötü muamelelere. Çocuk bezlerinin açılması, iç çamaşırlarının çıkarılması gibi binlerce şikayet var. İster PKK'lı ister Fetö'cü isterse katil, terörist olsun. Gözaltı ve cezaevi devletin kontrolünde olduğu için kimseye kötü muamele yapılamaz. Çünkü devlete emanettir...
Geçtiğimiz günlerde Silivri'ye Harp Okulu birinci sınıf talebesi olarak girip 4 yıldan fazla tutuklu bulunan gence 4 infaz koruma görevlisinin kaba dayakla komaya sokması kamuoyuna yansıdı. Üstelik hücre cezası verilince annesinin feryadını Fetö şüphesi ile çoğunluk duymamazlıktan geldi. Oysa 14 yaşında askeri okula giren o çocuk devlete emanet edilmiş. Fetö'cü bile olsa o cendereden devlet kurtarmalıydı.