Kumpas mektupları...
Ellerinin izini görüyorum, gözlerinin sansürünü hissediyorum. Dahası üstü karalanan, silinen satırlarda, sakıncalı bulunup sahibine ulaştırılamayan mektuplardaki çığlığı yaralı...
Ellerinin izini görüyorum, gözlerinin sansürünü hissediyorum. Dahası üstü karalanan, silinen satırlarda, sakıncalı bulunup sahibine ulaştırılamayan mektuplardaki çığlığı yaralı yüreğimin sızlamasıyla çok daha iyi anlıyorum "görülmüştür" damgası gözümün içine sokulduğunda...İletişim çağında "mektup da ne ki?" diyenlere inat 70'li-80'li yılların nostaljisi değil gelenler. Her birinde emek, yaşanmış acılar yansıyor satırlara... El yazısını ne çok özlediğimi hapishane mektupları yağdıkça daha iyi anlıyorum. Ucu yakılmamış, arasına kurutulmuş gül yaprakları konmasa da her birini gençlik yıllarımın aşk mektupları heyecanı ile okurken, göz yaşlarımı özgür bırakıyorum. Varsın aksın nehirlere. Şelale suyun intihar atlayışı diyenlere inat ıslaklığı, o satırları yazarken o mahpusların içine akıttıklarını hissetmenin acısı içimde... Ellerim titreyerek açtığımda zarfı, mazrufun dikeni kanatıyor fikrimi... Hiç de ince değil, kazık gibi saplanıyor... Çivi gibi çakılıyor beyne... Çaresizliğe çare olamamak ne garip şey... İnsanın elinin-kolunun bağlanması, deli gömleği giymesi ne acı...