Bu ‘halka’ her an kopabilir
Yarışmalarda en basit soruyu bile bilemeyip sapır sapır dökülenlere artık alıştık. Kimi bu durumu stüdyo heyecanına bağlıyor, kimi eğitim sistemindeki yetersizliğe, kimi de sosyal medyanın...
Yarışmalarda en basit soruyu bile bilemeyip sapır sapır dökülenlere artık alıştık. Kimi bu durumu stüdyo heyecanına bağlıyor, kimi eğitim sistemindeki yetersizliğe, kimi de sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla insanların artık genel kültüre önem vermeyip saatlerini cep telefonu ya da tablet karşısında geçirmesine. Ama sebebi ne olursa olsun ekrana 'bilgisine güvenerek' çıkan, milyonların önüne 'yarışmacı' olarak çıkartılan kişilerin asgari düzeyde bilgi ve birikime sahip olmalarını beklemek hakkımız.
Atv'nin yeni yarışması En Zayıf Halka'da da 'ibretlik' yanıtlar izledik. "İstanbul'un fethinin 500'üncü yılı hangi yıl kutlanmıştı?" sorusu yanıtsız kaldı. Yarışmacı, neredeyse adımız kadar ezberlediğimiz 1453'e 500'ü ekleyip, "1953" diyemedi.
Dünyanın en çok bilinen klasik edebiyat eserlerinden biri olan Sefiller'in yazarı soruldu, yarışmacı "Victor Hugo" diyemedi. "Flüt, trombon ve fagot ne tür müzik aletleridir?" sorusuna gafil yarışmacı "Yaylı" diye cevap verme talihsizliğini yaşadı. ('Nefesli' olacak tabii ki) Belli ki ülkemizde toprak erozyonundan çok daha hızla bizi bilinmez sulara doğru sürükleyen bir 'genel kültür erozyonu' yaşanıyor. Bilgi yarışmaları bir laboratuvar olarak ciddiyetle gözlenmeli. Bu kritik soruna teşhis konulmalı ve zaman geçirmeden tedaviye başlanmalı. Bilgisine güvenip de ekrana yarışmacı olarak çıkanlar bu haldeyse, toplumun gerisini siz düşünün artık...
Görünen o ki, bu 'en zayıf halka' bu yükü daha fazla taşıyamayacak.
Bir de yarışmada mücadele eden 10 kişi, sürekli en çok doğru yanıt veren yarışmacıyı elemeye çalışıyor. Sebep, onu kendi başarısı için 'tehdit' olarak görmesi. Oysa o yarışmacı sayesinde kasada para biriktiğini unutuyor. Yarışma, sanki iş hayatının bir kopyası gibi. Liyakat, başarı, çalışkanlık vs. hiç önemli değil. 'Ayak kaydırmak' ve 'Ne pahasına olursa olsun makam yolunda kendisine yer açmak' yaşamın en önemli ideali. Başarıya giden tek yol, başkasının sırtına basarak yükselmekten geçiyor sanki...
Gelelim yarışmanın sunucusuna...
Prof. Dr. İpek Altınbaşak Farina'yı çoğumuz Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Dekanı olarak tanıdık. Bir dekanın bilgi yarışması sunması önemli. Farina da zaten ilk bölümü 'doğru ve hatasız' sunmayı başardı. Ancak yarışma sunuculuğu için sadece akademik birikimin yeterli olmadığı kanaatindeyim. Sunucu, bir yarışmaya 'karakter' katıp o yapımı tamamlayarak, kendi imzasını atmak zorunda. Ülkemizde 'sadece sunucusu için izlenen' onlarca yarışma hatırlıyorum. Cenk Koray'lı Kutu Kutu, Kenan Işık'lı Kim 500 Bin İster, Mehmet Ali Erbil'in sunduğu Çarkıfelek, Erol Evgin'li Aileler Yarışıyor gibi...
Farina Hocamız ilk bölümde 'vizeyi' aldı. Ama 'finallerde' ondan çok daha renkli, parlak ve akılda kalacak bir performans bekliyorum.
Çünkü yarışmanın formatı, sunucunun forse etmesine çok uygun.