Kendi belgeselimi nasıl çekemedim?
Denizi ve martıları izlemeyi çok severim. Hele ki Sarıyer'in simgesi o kocaman martılar; ruhum ne zaman sıkışsa beni rahatlatır, rehabilite eder. Salı günü de bir kaçamak yapıp Sarıyer sahilinde kahvemi yudumlarken...
Denizi ve martıları izlemeyi çok severim. Hele ki Sarıyer'in simgesi o kocaman martılar; ruhum ne zaman sıkışsa beni rahatlatır, rehabilite eder.
Salı günü de bir kaçamak yapıp Sarıyer sahilinde kahvemi yudumlarken, yine martıları izlemeye koyuldum. Bilen bilir, Boğaz'ın martıları dev gibidir. Açıkçası biraz obezdirler. Sebebini de herkes bilir. Restoranlardan denize atılan ekmekler, vapur ve motorlardan havaya savrulan simit parçaları ile zahmetsiz bir şekilde beslenirler. Eh o kadar hamur işi yerlerse olacağı da budur...
Onları izlerken, bir restorandan atılan ekmek dilimlerinin ortasında kendilerine ziyafet çeken şişman martılar arasında son derece 'fit' olan biri dikkatimi çekti. Dikkatle izlemeye koyuldum. Diğer arkadaşları denizdeki ekmek dilimlerine yumulurken, bizimki bir lokmayı ağzına aldı, birkaç metre öteye götürüp denize bıraktı ve pusuya yattı. Küçük istavritler, onun bıraktığı ekmeğe üşüşünce bizim akıllı ve fit martı, gidip istavriti kaptı ve mideye indirdi. Yani ekmekleri, balık yemi olarak kullanmayı bir yerlerden öğrenmişti. Bilge martının mesajı çok netti: 'Sağlıklı yaşam için martılar martı gibi, insanlar insan gibi beslenmeli.'
Ekmekle balık avlayan martı görüntüsü beni o kadar büyülemişti ki, cep telefonumu çıkartıp bu müthiş sahneyi 'belgesele' dönüştürmeyi bile akıl edemedim.