800 milyar euroluk savrulmanın Türkiye’ye ve bölgesine açtığı fırsat penceresi

Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı Mario Draghi ’nin, Avrupa’nın dünya ekonomisinde rekabetçi gücünü yeniden kazanması için yıllık 800 milyar Euroluk yatırım yapması gerektiğini raporunda ifade etmesinin üzerinden daha bir yıl geçmedi Bugün aynı tutar Avrupa’nın güvenlik alanında yeniden rekabetçi (korunaklı) olabilmesi için gündemde. Yani neredeyse daha dün ekonomik rekabetini kazanmayı tartışan Avrupa şimdi askeri güvenliğini tartışıyor. Arada ne oldu sorusunun cevabı çok bariz; Biden gitti Trump

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

Avrupa Merkez Bankası eski Başkanı Mario Draghi’nin, Avrupa’nın dünya ekonomisinde rekabetçi gücünü yeniden kazanması için yıllık 800 milyar Euroluk yatırım yapması gerektiğini raporunda ifade etmesinin üzerinden daha bir yıl geçmedi

Bugün aynı tutar Avrupa’nın güvenlik alanında yeniden rekabetçi (korunaklı) olabilmesi için gündemde.

Yani neredeyse daha dün ekonomik rekabetini kazanmayı tartışan Avrupa şimdi askeri güvenliğini tartışıyor.

Arada ne oldu sorusunun cevabı çok bariz; Biden gitti Trump geldi. Cevap bariz ama basit değil. Trump dünyayı da Avrupa’yı da elleşliyor.

Bayram temizliği gibi umdukları yeni dünya düzeni öncesi her şeyi siliyor, süpürüyor, havalandırıyor. Aslında yeni dünya düzensizliğini vadediyor.

Avrupa dünyayla beraber böyle çırpılıp milyarlarca Euroluk savrulmalar yaşarkense Türkiye ile ilişkisi tam zıt yönler alıyor.

Daha geçen sene Macaristan’ın AB dönem başkanlığını devralmasının anlamına dair Viktor Orban’ın “yapabileceğimiz en büyük katkı AB ile Türkiye’yi yakınlaştırmak olacaktır,” ifadesine diğer üye ülkeler kayıtsız kalmayı tercih ediyordu. Şimdi, üstelik en mahrem konuları olsa gerek, güvenlik toplantılarına Türkiye’nin katılmasına gayret ediyorlar.

Bir araştırma yaptım AB-Türkiye ikili ilişkilerinin son yıllarını somutlaştırmaya dair. AB’nin 2023 Türkiye Raporunda olumsuz anlama gelen eksik, yetersiz, ihlal gibi kelimelerden bir seçki 44 kere geçiyorken 2024 raporunda 61 kere bu türden kelimelere yer verilmiş. Evet, ilişkilerin gidişatı Macaristan’ın katkısına rağmen iyi değildi.

Bugünse açıktan konuşmasalar da ırkçı akımlar güçlense de Türkiye ile menfaatlerinin çatıştığı noktada geri atmış ve öfkelenmiş olsalar da Türkiye’nin bırakın stratejik ortaklığı AB’ye üyeliğinin içten içe tartışıldığı anlaşılıyor.

Üyeliğin içten içe tartışıldığını tam Türkçesiyle Kıbrıs Rum Kesiminin adeta hoplayıp zıplamasından anlıyorum. Veto ederiz diye yırtınmasından, çıldırmasından, fıttırmasından, Viyana muhasarasına kadar gidip argümanlar getirmesinden anlıyorum.

Üstelik Türkiye’nin umuru bile değilken... İstemem yan cebime koy pozisyonundayken... Hatta Merkel’inkine benzer bir stratejik ortaklık modeli dahi Türkiye tarafından birlik üyeliği fikrine karşı artık bir tehdit olarak algılanmayacakken…

Bu gelişmelerin gerisinde 4 faktör çalışıyor. Birincisi AB’nin ABD ile yaşadığı güven kaybıdır. İkincisi Rusyafobidir. Üçüncüsü Avrupa’nın refahı güvenliğe askeri atalete neden olacak kadar çok tercih etmiş olmasıdır. Dördüncüsü Türkiye’nin savunma bağımsızlığını bileğinin zoruyla kazanması ve üst akıl konumuna yükselmesidir.

Türkiye oldum olası Ankara kriterlerine sahipti ve AB ile ekonomik menfaatleri paylaşmak istediğinden ilişki kurmaya gayret etti. AB ise pastayı paylaşmak istemedi. İşte bu yüzden Türkiye’nin AB üyeliği imkansızdı.

Bugün Türkiye gene ekonomik menfaatleri paylaşmak istiyor. Fakat bir farklılık var. Artık yüzünü Batıya dönerek ekonomik menfaat elde etme derdinde değil Türkiye. Batının içinden Doğuya uzanıp kendi bir pastasını almayı istiyor. Açıkçası bu pastayı kat kat, krema krema, çilek çilek kendi tasarlayıp ortaya çıkardı. Gün geçtikçe boş durmuyor pastayı büyütüyor. Yani doğu-batı dengesindeki potansiyelleri geliştirip hazır hale getiriyor. Pasta yutulamayacak kadar büyüyene kadar gecikilmesin yeter. Çünkü bu gelişen potansiyel her unsuruyla birbirini tamamlayan ve gerçekleştiren yapıda. Kalkınma yolu da böyle, enerji merkezi de böyle, finans merkezi de başkası da böyle…

Hakikaten Türkiye için en iyi senaryo AB’nin parçası olup jeoekonomik olarak Doğudaki menfaatleri edinebilmesidir. Bu sadece Türkiye için en iyi senaryo değil. Balkanlar, Türk Devletler Teşkilatı, Gürcistan, Irak ve Suriye, dilerse Ermenistan, isterse İran için de en iyi senaryodur.

Türkiye’nin bu eski yeni denkleminin tek kaybedeni olmak istemez sanırım İran. Rusya için dahi fırsatlar bu denklemle ortaya çıkıyorken.

En çok da Avrupa kazanır. Gerçekte Avrupa, arzu ederse tüm güvenlik sorunlarını Türkiyesiz de halledebilir. Ama Türkiye olmadan dayanışmayı nasıl kullanacağını öğrenip vizyonsuzluk sorununu gidermesi ihtimali yok. O yüzden ben konuyu güvenliğe indirgemeyen bir motivasyonla Türkiye’ye yaklaşıyorlar diye düşünüyorum. Avrupa ilk defa rekabet yerine, dayanışmayı deniyor…

Türkiye’nin vizyonunun tıkanan alanları da geniş paydaş çevresi oluşturularak açılır bu denklemde. “Bir bakmışsınız ekonomi birden ikiye katlamış,” yazmıştım ya geçenlerde işte temenni değil, güçlü ihtimal olan bu sıçrama da gerçek olur. Refah katlandığı gibi dar bir gruba değil, toplumun geneline yayılır. Enflasyon, bütçe açığı, cari açık falan tasası da kalmaz. Hatta Bulgarlar, Yunanlar falan da parayı nereye koyacaklarını şaşırır Türkiye-AB denklemi kurulursa.

Hindistan apışıp kalır o ayrı mesele.

Terörsüz Türkiye dahi bu okuma üzerine ilerliyor.

Hasılı, çok heveslenmemek lazımsa Türkiye zaten mutedil. Diğer taraftan bu türden gelişmeler öyle hızlı olmaz, kabul. Fakat zaman hızlandı. “Avrupa’nın güvenliği Türkiye’den başlar,” türünden zavallı retoriklere dönülmesin yeter.

Türkiye yalnızlaşarak değil, dayanışarak bugünün dünyasında hayatta kalınacağını anlayan, anlatan, Türk Devletler Teşkilatı ile bunu gösteren tek ülkeydi. AB’nin görmeye başladığı ve ilişkinin üzerinde şekillenmeye başladığı gerçek bu.

Türkiye’nin kapitalizm (yalnızlaşma-rekabet) karşısına yeni bir paradigma (dayanışma) getirmesi küresel çapta belirleyici olmaya başladı. Paradigmayı değiştirmeden olmazdı. Kapitalizmin yıkımını izliyoruz çünkü. Yeni paradigmanın kaynağı olan Cumhur İttifakının varlığını hazırlayan ve mümkün kılan şartı izliyoruz yani.

Kapitalizm meşruiyetini kaybederken toplumlar, ülkeler, bölgeler ve birlikler önce afallamış olsalar da şimdi doğruyu görmeye; rekabetin değil, dayanışmanın formülünü aramaya başladı. Bu yüzden dayanışılacak tek ülke, yegâne mert devlet ve millet olan Türkiye’yle yakınlaşma fırsatlarını göz ardı etmiyorlar, bundan sonra da etmezler.


YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
800 milyar euroluk savrulmanın Türkiye’ye ve bölgesine açtığı fırsat penceresi 16 Mart 2025 | 126 Okunma Toplum düzeni: Çatışmanın kodları ve çaresi 11 Mart 2025 | 51 Okunma Vizyonu tıkanan alanlar 09 Mart 2025 | 127 Okunma Bize en güzel proje Türkiye 04 Mart 2025 | 46 Okunma Evlilik ve çocuk sahibi olmak imtiyaz olacak 02 Mart 2025 | 130 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar
Close menu