Toplum düzeni: Çatışmanın kodları ve çaresi
Toplum düzeninin belirleyicisi olan faktörün ne veya neler olduğu entelektüel tartışma gündeminin temel konularındandır. Bu başlıkta teoriler geliştirilmiştir. Kapitalizmle beraber mesele ekonomi, bilim, kültür ve sanata indirgenmiş ve laik bir mutabakat da oluşturulmuştur. Bendeniz diğer unsurları göz ardı etmediğim halde temel belirleyicinin toplumun inancı olduğuna dair görüşümü evvelce köşemden beyan etmiştim. Her ne kadar modern toplum teorileriyle bu görüşüm çelişiyor olsa da ölüm denen gerçeğe
Toplum düzeninin belirleyicisi olan faktörün ne veya neler olduğu entelektüel tartışma gündeminin temel konularındandır. Bu başlıkta teoriler geliştirilmiştir. Kapitalizmle beraber mesele ekonomi, bilim, kültür ve sanata indirgenmiş ve laik bir mutabakat da oluşturulmuştur.
Bendeniz diğer unsurları göz ardı etmediğim halde temel belirleyicinin toplumun inancı olduğuna dair görüşümü evvelce köşemden beyan etmiştim. Her ne kadar modern toplum teorileriyle bu görüşüm çelişiyor olsa da ölüm denen gerçeğe sayılan unsurlar çare üretemediğinden dini ihtiyaçlar, toplumu oluşturmada ezelden başat etken olmuş ve bugün de öylece kalmıştır. Yani ecelin varlığı bu dünyaya ve hatta sonrasına dair toplumsal bir örgütlenmeyi diğer unsurlardan daha çok zaruri kılmaktadır.
Bu noktada insan ömrünü uzatmaya dönük gayretin anlamı üzerine yeniden düşündürebildiysem sevinirim. Ölümün yakınlarda ve toplumlardaki tesirinin azalmasını sağlayan koşulları da…
Konuya döneyim. Sadece inanç değil, o inanca girme, inanma biçimi veya inançta olgunlaşma süreci de toplum düzeninin belirleyicisidir. Mesela Hanefi-Maturidi toplum düzeni Şafi-Eşari toplum düzeninden belli ölçüde farklılaşır. Şii toplum düzeni daha da farklıdır.
Mevcut toplumların düzenine uzaktan bakınca da bu iddiam teyit edilebilir. Mesela pagan kökenli toplumlarda sınıflı bir yapı, tahrif olmuş hanif toplumlarda tapınak egemen bir düzen görülür. İnanç değişimi az-çok işleri değiştirir.
Örneğin Avrupa mazide pagan olması hasebiyle sınıflı bir toplumsal yapı üzerine kurulmuş, böylece çatışan güçler üretmiş sonra bozulmuş bir din bağlamında tapınak merkeze yerleşmiş ve çatışma sınıflardan din-bilim eksenine kaymıştır. En son da dini bırakıp ateist olunca çatışma sektörlere ve düşünsel meselelere kaymıştır. Kapitalizm işte… Demokrasi, cumhuriyet, kapitalizm…
İslam toplumunda çatışmasızlık esastır. Daha özelde Hanefi-Maturidi gelenekteki Müslüman toplumlarda ise sivil toplum-piyasa-devlet dengesinin adil olduğu bir düzen vaz edilir. Toplumu var eden unsurlar arasında bir üstünlük yoktur. Üstünlük Allah’ın takdir etmesiyle bilinebilir ve Allah’ın kulundan sakladığı bir sırdır. Alimler ve piyasa sivildir. Kendilerinden başlayarak sabrı ve hakkı tavsiye ederler.
Osmanlı ve Türkler de böyle idi. Sonra Cumhuriyet’e geçişle Türkler de çatışmacı bir düzene geçmiş oldu. Toplum düzenin belirleyicisi değil, düzen toplumun belirleyicisi olmaya zorlandı. Oysa ilmiyenin sivil karakterde olması tarif aranıyorsa daha uygun bir laiklik tarifiydi. Cumhuriyetle ilmiye dahi sivil karakterini kaybetti. Piyasa-ihale ilişkisi sermaye temerküzünün (gelirin adaletsiz yeniden dağıtımının) sırrı haline geldi.
Fakat kapitalizmde toplum düzenini korumak için sektörlere kaydırılan çatışma ekonomik çeşitlilik sağlanamadığından ve ekonomik menfaatler TÜSİAD altında toplandığından sağlanamadı. Belki biraz çok fazla da anlam içermeyen müteahhit-TÜSİAD çatışması olmuştur.
Düşünsel tarafta da çatışmadan verim değil, hasar görüldü. Böylece kaçınılmaz olan çatışma ihtiyacı absürt ve zararlı alanlarda kendini gerçekleştirdi.
Evvela devlet milletle çatıştı, ta 1946’ya kadar. 1960’tan itibaren asker milletle çatıştı bu da 28 Şubat’a kadar. 1968’de düşünsel kavga çıktı, çığırından çıkarıla çıkarıla 1980’e kadar sürdü. Bu çatışma biterken Alevi-Sunni, terör-devlet çatışması çıkarıldı. Bunlar hala her biçimde kaşınır. 1994’te iş dünyası devletle çatışmaya başladı bu da halen sürmektedir.
Ve anlaşılmaktadır ki Türkiye’de çıkarılan, beslenen, sürdürülen bu çatışmaların amacı, toplumu çatışmayı doğru zemine çekmekten alıkoyma amacı da taşımaktadır.
Hatta tarih gösterdi ki menfaat odakları, kapitalizmin şartı olan çatışmadan kaçınmak için yanlış çatışmaların gerçekleşmesini sağlamakta, desteklemekte, kurgulamakta ve izlemektedir.
Kimin hangi çatışmalarda ne kadar parmağı var bugün biliyoruz.
Hatta savunma sanayii tarafında gördük ki Türkiye’deki menfaat odakları, Türkiye’yi küresel rekabetin kazananı olmaktan da alıkoymayı bugünlere kadar başarmış. Neyse bu tarafa ilerlemeyeceğim.
Türkiye’nin düzen buysa dünyada olduğu gibi taksicilerle UBER'cileri çatıştırır gibi sektörlerini liberalleştirip çatıştırması lazım. Bu örneği verdim çünkü öyle alelade bir örnek değil. Memlekette taksiciler UBER'cileri dövüyor. Yahu taksicilere UBER'cilik yaptırmak fikri de nereden çıktı? Akıl almaz bir durum. Rekabet fikri hiç yerleşmemişçesine bir şaka…
Bu şartlarda ne olması gerektiği gibi dayanışmacı bir toplum ortaya çıkıyor ne de kapitalizmde olması gerektiği gibi bir sektörel çatışma (rekabet) ortamı doğurulabiliyor.
Türkiye’nin devletin vizyonuyla işletmeleri uyumlaştırmayı, sivil toplumla piyasayı kol kola takmayı başarması lazım. Vatandaşın işletmelere ceza yazılmasını talep etmemesi lazım. Bu talep öyle sıradan bir talep değildir. Teorik anlamı zorlayıcı olduğu kadar devleti paradigma değişimine zorlar. Sistemi Çin komünist partisi olmaya yönlendirir.
Kapitalizm standartlarında bu başarılması gerekenler başarılamazsa ne olur, işte bugünkü gibi toplumu ileri götürecek sektörel değil, geri götürecek toplumsal çatışmalar çıkarma fırsatı kollayan menfaat çevreleri deliklerinden kafasını çıkarır. Bağlamları çarpıtır, toplumu tüm adaletine, ferasetine, empatisine, sempatisine rağmen olmadığı bir şey gibi gösterip sinir uçlarıyla oynar.
Fırsat kollayanlara fırsat vermemek lazım. Her defasında aynı sorunlarla uğraşmamak için de çatışmayı doğru mecrasına taşımak lazım. Toplum etrafındaki menfaat odakları çatışmalı toplum değil.