Bin yılı kuran, gelecek bin yılı kuracak ruhun eseri iki kurucu şehir: Buhara ve Semerkand
Uçağımız başkent Taşkent’e indiğinde sağanak bir yağmur karşıladı bizi. “Rahmeti getirdiniz, bereketi” diye latife yaptılar bizi karşılayan arkadaşlar...
Semerkand’da geçtiğimizde güneş gözünü kırptı.
Zaman zaman yağmur yağsa da, açık havada gezdik Semerkand’ı.
Buhara’da güneş eşlik etti bize; bir nûr gibi... Dingin bir ikindi güneşiydi, kalın izler bırakan, uzun, uzayan gölgeler armağan eden bir ikindi güneşi; Semerkand’daki gibi ışığıyla sadece dışarıyı aydınlatan bir güneş değildi Buhara’nın güneşi; insanın içine sirayet eden, içini ısıtan bir ateşti, aşk ateşi...
Dikey mimarî canavarı yok Özbekistan’da. Şükür ki, yok!
Yoksa bir medeniyetin mayasının karıldığı, ruhunun yeşertildiği Türkistan ve Horasan havzasının kalbi bu topraklar, bu topraklara hayat veren medeniyet kurucu öncü şehirler, çoktan çöle dönüşür, tarihe gömülürdü.