Bir ömür sürecek adanmışlık yolculuğu (1)

31 Ocak - 2 Şubat tarihleri arasında üç gün süren MTO 2025 Erzincan Akademik Kış Kampı’ndaydık. Önceki senelerde planlamadığımız kış kampı ve meslek grupları kampını böylelikle ilk kez Erzincan’da hayata geçirmiş olduk. Erzincan Kış Kampı’mızı, “Öğretmenler ve Eğitimin Sorunları Kampı” olarak belirledik. Üç gün boyunca, eğitimimizin sorunlarını oturumlar, komisyonlar ve değerlendirme paneliyle bütün yönleriyle mercek altına aldık. Muazzam sunumlar, okul öncesinden ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteye

https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

31 Ocak - 2 Şubat tarihleri arasında üç gün süren MTO 2025 Erzincan Akademik Kış Kampı’ndaydık. Önceki senelerde planlamadığımız kış kampı ve meslek grupları kampını böylelikle ilk kez Erzincan’da hayata geçirmiş olduk.

Erzincan Kış Kampı’mızı, “Öğretmenler ve Eğitimin Sorunları Kampı” olarak belirledik. Üç gün boyunca, eğitimimizin sorunlarını oturumlar, komisyonlar ve değerlendirme paneliyle bütün yönleriyle mercek altına aldık.

Muazzam sunumlar, okul öncesinden ilkokul, ortaokul, lise ve üniversiteye kadar her seviyede eğitimimizin sorunlarını bizzat öğretmen ve akademisyen MTO talebesi kardeşlerimizle birlikte enine boyuna tartıştık. Muhteşem makaleler, tartılmalar, tenkitler ve teklifler çıktı. Erzincan Valimiz Hamza Aydoğdu Bey’e, kampı muazzam bir şekilde organize eden Erzincan Millî Eğitim Müdürü Hacı Ömer Kartal hocama, MTO için kampın organizasyonunda yılmadan yorulmadan koşturan başta Muharrem Kartancı Hocamız ile Muhammed Taha Ayçiçek ve Elif Nagihan Yaşlı kardeşlerime yürekten teşekkür ediyorum.

Kampımızı MTO Bursa temsilcimiz ve yönetim kurulu üyemiz Nuri Gür Bey kardeşimin ruh dolu, leziz kalemiyle paylaşıyorum. 


YÜKÜN ZERRESİ 

Gece ile gündüz arasındaki sınır çizgisinde, zaman bazen akışkan, bazen de keskin bir bıçak gibi bölünür. Cuma akşamı saat 02.00’yi gösterdiğinde yattığım yerden doğrulurken, vücudumdaki her hücre isyan ediyor, sinüzitlerimin yakıcı inadı bedenimi sarsıyordu. 39 derece ateşle, geceyi yaran bir derviş’in hikâyesi, sabaha ulaşmadan yazılmaya başlamıştı bile. Bu, bir sempozyuma, bir toplantıya, bir eğitim çalışmasına katılma yolculuğundan öte, bir mesuliyetin omuzlara inişiydi.

MTO talebesi olmak, bir etiket değil; Yusuf Kaplan Hocamız’ın yükünden bir zerre almak demekti. Yükten bir zerre almak…

Basit görünen bu kelimeler, aslında devasa bir dünyanın kapısını aralıyordu. Bu, sadece bilgi edinmek, bir konferansa katılmak ya da kitap okumakla ilgili değildi. Bu, insanı, toplumu, tarihi ve geleceği kuşatan bir meselenin yükünü sırtlamak demekti.

Yola çıkmadan önce ağrılarımın da tetiklediği, zihnimde dönüp duran sorular vardı: “Bu yolculuk neden bu kadar önemli? Bir insanın ömrü, başka bir insanın yükünü hafifletmeye yeter mi? Eğitim sistemleri ve akademik kariyerler içinde kaybolan onca insan varken, biz gerçekten farklı bir yol açabilir miyiz?”

O gece, zihnimde bu sorularla otobüse bindim. Yolda olmak, sadece bir şehirden diğerine gitmek değil, bir meselenin peşine düşmekti. Geceyi yaran ışıkların arasında, zihnimde yanıp sönen tek kelime vardı: “Mesuliyet.”

Bursa terminalinin soğuk taşlarına bastığımda, ayaklarım üşüdü. Ama o üşüme, içimdeki ateşi söndürecek gibi değildi. Saat 03.30 otobüsüne binerken zihnimde, içinde bulunduğum bu yolculuğun metaforik anlamı daha da berraklaşıyordu: Bir insanın, kendisinden çok daha büyük bir davaya adanması.

Bu yolculukta beni diri tutan bir nedenim daha vardı. Muğla temsilcimiz Cemal Demirtaş Ağabey de yoldaydı. Bu yaşına rağmen 30 saat otobüs yolculuğu yapacaktı. O, uçaktan korktuğu için otobüsü tercih etmişti. Bu, bir korkunun üstesinden gelmekten çok, hedefe ulaşmak için alternatif yollar bulmak meselesiydi. Aslında bu, MTO talebesinin düsturuydu: “Şikâyet etme, bir hikâye inşa et.”

Bahaneler üretmek yerine çözüm üretmek, kendi sınırlarını aşmak, konfor alanını parçalamak.

Havaalanına vardığımda saat 05.00’i gösteriyordu. Sabahın ilk ışıkları henüz belirmemişti ama içimde bir şeyler aydınlanıyordu. Bir dava, bir mesele, bir yük nasıl taşınır? Çevreme bakındım. Henüz kimse gelmemişti. Ama birazdan gelecek herkes farklı hikâyelerle yola çıkan ama aynı mesuliyeti omuzlamış insanlardı.

Saat 06.00’ya doğru, Yusuf Kaplan Hocam, Muharrem Kartancı Ağabey, Asaf Bayram Kardeş birer birer geldiler. Sonra Muğla’dan Şahsenem Hanım ve İstanbul’dan değerli hocamız, Akit Gazetesi yazarı Yaşar Değirmenci de bize katıldı. Bir araya gelen her insan, aslında bir hikâyenin taşıyıcısıydı. Ama bizi asıl birleştiren, ortak bir yükü paylaşmaktı.

Uçak vaktinde kalktı. Kalabalık olmaması, uçuşu daha rahat hale getirmişti ama benim zihnimdeki soruların sesi susmamıştı. Neden buradaydım? Neden ateşler içinde, vücudum ağrılar içinde bu yolculuğu göze almıştım? Çünkü mesele ben değildim. Meselenin içinde bir fert olarak değil, bir zincirin halkası olarak yer aldığımı biliyordum. Zincirin kopmaması için en küçük halka bile sağlam olmalıydı.

Erzincan’a indiğimizde bizi Milli Eğitim Müdürü Hacı Ömer Kartal Bey karşıladı. Bu tür buluşmalar sadece fiziksel temaslar değil, ideallerin ve fikirlerin karşılaşmasıydı. Değerli Valimiz Hamza Aydoğdu Bey’in evine geçtiğimizde, o sofranın sadece bir kahvaltı sofrası olmadığını anladım. O masa, aslında bir düşünce haritasının masaya serilmiş hâliydi. “Müslüman bir öncü nasıl olmalı?” sorusunun yankı bulduğu bir atmosferdeydik.

Yorgunluğum ve ağrılarım hafifliyor. Hocamızın sözleri kulaklarımda çınlıyor. “Eğer bir meseleniz varsa, sizin için uykunun, konforun, hastalığın ve yorgunluğun bir anlamı kalmaz. İnsan meseleye kendini adadığında, mesele insanı inşa eder.”

Bu sözü zihnime kazırken fark ettim: Yükü hissetmek, onun altına girmekle başlıyordu. Yolda olmak, sorumluluk almak, “Ben de buradayım!” diyebilmek...

Bir zerre yük almak, işte asıl mesele buydu.

Cuma namazına doğru önümüzde Yusuf Hocamızın koluna girerek yürüyen sayın valimizle birlikte Camii Kebir’e yürüyorduk. Erzincan halkı Hamza valimizi görünce arabayı durdurup selam veriyor, hal hatır soruyordu.

Erzincan’ın soğuk havası yüzümüze vururken, sokaklardan yükselen gündelik hayat sesleri, şehrin ruhunu fısıldıyordu. Ama bu yürüyüş sıradan bir yürüyüş değildi. Her adım, bir meselenin içinde nasıl durmamız gerektiğine dair ipuçları veriyordu.

Yolda her karşılaştığı insanla selamlaşan, onları dinleyen ve bir anlığına da olsa yüzlerine tebessüm konduran Erzincan Valisi Hamza Aydoğdu Bey’in varlığı, düşündüğüm şeyleri somutlaştırıyordu.

*

Cuma günkü yazıda devam edeceğiz…

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Bir ömür sürecek adanmışlık yolculuğu (1) 03 Şubat 2025 | 127 Okunma Bir hasretin içinden geçen yollar ya da Bursa’da Numaniye Dergâhı’nda unutulmaz bir Miraciye (2) 02 Şubat 2025 | 82 Okunma Bir hasretin içinden geçen yollar ya da Bursa’da Numaniye Dergâhı’nda unutulmaz bir Miraciye (1) 31 Ocak 2025 | 138 Okunma İsra ve Mirac: “Lâ”dan “illâ”ya... İki “gece yolculuğu”… 27 Ocak 2025 | 470 Okunma Sana mı kaldı? 26 Ocak 2025 | 81 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar