Hayata ruh üfleyen hikmet yüklü bir sanat arayışı...
Sanatla hayat arasında ne tür bir ilişki var acaba?Sanatla hayat arasındaki ilişki, birbirini çeken, besleyen bir ilişki midir; yoksa birbirini iten, yok eden bir ilişki mi?-Dün”, bu sorulara verdiğimiz cevaplarla, bugün...
Sanatla hayat arasında ne tür bir ilişki var acaba?
Sanatla hayat arasındaki ilişki, birbirini çeken, besleyen bir ilişki midir; yoksa birbirini iten, yok eden bir ilişki mi?
-Dün”, bu sorulara verdiğimiz cevaplarla, bugün verdiğimiz, vereceğimiz cevaplar, taban tabana zıt -handiyse.
-Dün”, yani modernlikten önceki kadîm insanlık çağlarında, insanlığın insanlığının önünde tehlike sinyalleri çalmadığı zamanlarda, sanat, hayatı besliyordu; hayat da sanatı...
Sanat, hayatı anlamlı kılıyor, hayata anlam ve ruh katıyor, insanın varoluş bilmecesinin sırlarını çözmeye katkıda bulunuyordu. Hayat da, sanatla daha bir anlam kazanıyor, insan daha insanca, daha bilgece bir hayat yaşayabiliyordu.
SANAT, SANATI ÖLDÜRÜYOR ARTIK!
Ama bugün öyle mi, peki?
Sanatın, herşeyleşerek hiçbirşeyleştiği, -Walter Benjamin'i, sanatın “bittiği” fikrine götüren- mekanik, ruhsuzlaştırıcı bir işle/yi/m'e, yalnızca teknolojik üretime dönüştüğü, kitlelerce salt tüketim nesnesine dönüştürüldüğü; hayattan koptuğu, hayattan koptuğu ölçüde hakikatten koptuğu; kendisini de, hayatı da, hakikati de anlamsızlaştırdığı ve bitirdiği bir zaman aralığında, sanat, kendi hakikatini de yitirdi.
Yalnızca anlamsızlık üretiyor artık sanat; anlamsızlığı çoğaltma işlevi görüyor: Sanat, sanatı öldürüyor yani!
Oysa sanatın özünde sahicilik gizlidir: Sanat, sahiciliğini yitirdikçe biter, ruhunu yitirir ve hayatımızdan çeker gider: Bu kaçınılmaz bir kuraldır: Sanatın varoluş kuralı.
Sanatın sahiciliğini yitirmemesi için, hayatla doğrudan irtibat kurabilmesi şarttır: Hayatla doğrudan irtibat kurabildiği ölçüde, sanat, doğurganlaşır. Hayatla doğrudan irtibatını yitiren sanat, durağanlaşır, donuklaşır; kendisi donmaktan, hayatı da dondurmaktan kurtulamaz.
SANATIN İNSANA VE HAYATA İSYANI!
İnsan, kendinde giz'lenen varlık ve hakikat hazinesinin gizemini çözme çabasını ıskalayan bir yokoluşlar dehlizine sürüklendiği için, sanatın özündeki, ruhundaki sahicilik boyutunu da yitirdi çağımızda.
Sanatla hayat arasına kapatılamaz bir sınır çizgisi çekti ve sanatla hayat arasındaki o koparılamaz irtibatı koparıp attı.
Sonra da putlaştırdığı akılcılığın-bilimciliğin bunaltıcı, ruhsuzlaştırıcı hurafelerinden kurtulmak için sanata kapağı attı ve bu kez, sanatı araçsallaştırdı / putlaştırdı; yokoluş serüvenini aşma sürecinde kurtuluşu sanatın omuzlarına yükledi: Sonunda sanat, patladı; isyan etti buna ve bitti-gitti.