Herborn ve Frankfurt seyahatnamesi (1)

Almanya ve Hollanda’ya yaptığımız seyahatimize dâir izlenimlerimizin son iki bölümünü paylaşacağım bugünkü ve Cuma günkü yazıda. MTO’muzun demirbaşlarından, en çalışkan ve yetenekli isimlerinden Herborn temsilcimiz Ayşe Akdağ kardeşimizin o ruh dolu, kardeşlik dolu, sarıp sarmalayıcı kaleminden dökülen leziz satırlarla sizi başbaşa bırakıyorum… HERBORN'DA UNUTULMAZ BİR GECE VE LEZZETLİ BİR SABAH Amsterdam’dan ayrıldığımızda saatler 22.30’u gösteriyor. Yolda müthiş bir sis var. İbrahim Bey ve eşi


https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/trac

Almanya ve Hollanda’ya yaptığımız seyahatimize dâir izlenimlerimizin son iki bölümünü paylaşacağım bugünkü ve Cuma günkü yazıda. MTO’muzun demirbaşlarından, en çalışkan ve yetenekli isimlerinden Herborn temsilcimiz Ayşe Akdağ kardeşimizin o ruh dolu, kardeşlik dolu, sarıp sarmalayıcı kaleminden dökülen leziz satırlarla sizi başbaşa bırakıyorum… 


HERBORN'DA UNUTULMAZ BİR GECE VE LEZZETLİ BİR SABAH 

Amsterdam’dan ayrıldığımızda saatler 22.30’u gösteriyor. Yolda müthiş bir sis var. İbrahim Bey ve eşi Leyla Hanım kardeş, bizi uyarıyorlar: “Biz ancak gelebildik evimize, dikkatli gidin.” Yoğun sisten dolayı gümrüğü geçtiğimizi zor anlıyoruz. Sis uzun sürmüyor ve Almanya’ya girdiğimiz andan itibaren yollar açılıyor.

Yolun ve havanın açılmasıyla birlikte Yusuf Hocamız canlı yayını başlatıyor ve biz yolculuğumuza tüm talebelerle birlikte devam ediyoruz. Gece geç saatlerde Herborn şehrine varacağız, sabahleyin evde talebe buluşmamız olacak ve hemen sonrasında hocamızı kitap fuarına götüreceğiz.

Bu kadar yoğun bir programı birkaç saate nasıl sığdıracağımızı yolculuğa çıkmadan önce çok düşündüm. Yoğun program akışından dolayı Herborn şehrinde konferans ayarlamamızın imkânsız olduğunu düşünüyorduk. Halbuki, küçük de olsa şehrimizde camide toplanan onlarca genç vardı ve sayıları oldukça fazlaydı. Yolculuk öncesi, hocamızın bu gençlerle bir araya gelmesini çok istiyor ve dua ediyordum.

Herborn’da konferans düzenlemek imkansız gibi görünüyordu. Ta ki Berlin seferimizde Yusuf Hocamıza bu konuyu anlatıncaya kadar… Hocamız, kitap fuarı yetkilileriyle irtibata geçti ve cumartesi akşamı için Herborn şehrinde geç bir saate program ayarladı.

İmkânsız gibi görünen ve dualarla kalpten istenen her hayırlı işin bir yolu olduğunu gördüm ben bütün seyahatimiz boyunca. Yol, bana her şeyin Allah’ın elinde olduğunu ve duaların cevapsız kalmadığını öğretiyordu. Yolculuğu değerli kılan ise çekilen çileydi. Attığımız her adımdan, karşılaştığımız her insandan bir şey öğreniyordum.

Bu yüzden bu yolculuk sadece bir sefer değil. Zaman bereketleniyor, yorgunluğumuz artması gerekirken azalıyor ve biz saat 02.30 civarında Herborn şehrine varıyoruz.

21 bin nüfuslu, bin yılı aşkın bir tarihe sahip, büyüleyici ahşap mimarisiyle meşhur bir şehir olan Herborn, aynı zamanda canlı bir hayat merkezi.

Şehrin etkileyici bir doğası var. O yüzden burayı Almanya’nın “Karadeniz’i” olarak görüyorum.

Karanlıklar dünyasına varmış gibi hissediyoruz; çünkü gecenin belli saatlerinde burada sokak lambaları yanmıyor. Cep telefonumuzun ışığıyla dışarıda bizi babam, içeride ise annem karşılıyor. Sağ salim geldiğimizi görmeleri onları da mutlu ediyor.

Evimize adım attığımız an, etrafımız tekrar aydınlanıyor ve biz yorgunluk çayı eşliğinde sohbete dalıyoruz…

Sabahın erken saatlerinde talebe buluşması olacağı için istirahate çekiliyoruz. Güneşli ve aynı zamanda buz gibi bir havanın aydınlanmasıyla ve talebe kardeşlerimizin teşrif etmeleriyle evimizde adeta bir şenlik havası esiyor. Hocamıza balkondan görünen manzarayı gösteriyorum. “Burada insan çabuk yaşlanmaz,” diyor.

Uzaktan MTO talebesi Enes Yamaç kardeşimiz geliyor. Talebelerin heyecan ve mutlulukları yüzlerinden okunuyor. Kendilerini tanıtırken çok mütevazı davranmaları dikkatimi çekiyor. Her birinin, eğitim alanında büyük mesafeler kat etmiş, kimlik ve kültürlerini korumak adına ciddi fedakârlıklar göstermiş olduklarını biliyorum. Böyle kıymetli kardeşlerimizle ve hocamızla bir masada oturmak, nasıl büyük bir mutluluk, anlatamam. 


FRANKFURT’TA KİTAP FUARINDA YENİ FUAT SEZGİN’LERİN İZİNİ SÜRMEK… 

Talebe buluşmasından sonra yeniden yola koyuluyoruz... Bu sefer rotamız, bize çok güzel ev sahipliği yapan Sinan Aktürk Bey’in düzenlediği Hayat Kitap Kültür Fuarı. Zamanın kısıtlı olmasından ötürü Herborn seyahatimizin kısa sürmesi, hocamıza ve kardeşlerimize şehri gezdirememek beni üzse de akşam bu şehirde güzel bir programa katılacağımız için heyecanımı diri tutuyorum.

Kitap fuarında hocamızı görmek, duasını ve imzasını almak isteyen onca insan sıraya giriyor. Yüzler gülüyor, özlemle bekleyen talebeler bir araya geliyor. Nisan ayında gerçekleşen kitap fuarında tanıştığımız talebe kardeşlerimi tekrar görmek, onlarla hasbihâl etmek, beni mutlu ediyor. Bu mutlulukla konferans salonuna geçiyoruz.

Sabahleyin gerçekleşen talebe buluşmasında konumuz olan eğitim konusuna değiniyor Yusuf Hoca. “Okul şu an insanı eğitmiyor,” diyor. “Şu an en iyi eğitim kurumu büyük ailedir.” diye burada yaşayan ailelere seslenerek, “Çocuklarımızı korumak zorundayız; hatta korumamız yetmez, aynı zamanda geleceği de kurmak zorundayız,” diye ekliyor.

Aileler, Yusuf Hoca’nın konferansını can kulağıyla dinliyor. “Çocuklarımızın şu an öğretmeni kim?” diye soruyor. Ve cevabı geciktirmeden, elindeki telefonu gösteriyor. “Peki, öğretmenlerin öğretmeni kim?” diye tekrar soruyor. Elindeki telefonu bir kez daha göstererek, “Çocukların şu anki öğretmeni telefonlar; öğretmenlerin öğretmeni de bu telefonlar,” diyor.

Bir eğitimci olarak, hocamın ne kadar haklı olduğunu üzülerek içselleştiriyorum. Henüz 10-11 yaşındaki çocuklarımızın telefonla geçirdikleri vakitler ve bu süreçte yaşadıkları olaylar aklıma geliyor, içimi bir hüzün kaplıyor.

Ailelerin bile kendilerini çaresiz hissettikleri ve öğretmenlerden yol göstermelerini bekledikleri bir çağda yaşıyoruz. Öyle bir çağ ki, çocukların zihin dünyaları karanlık odalara hapsediliyor. Ailelerinden işitecekleri azarlardan dolayı, belki de bunları sadece bazı öğretmenleriyle ve yakın arkadaşlarıyla paylaştıkları bir dünyada yaşıyoruz. Karanlığa terk edilmiş çocuklara bu dünyadan bir çıkış yolu olmalı. Ancak bu çıkış yolu, çocuklar üzerinde baskı ve otoriter davranışla gerçekleşmemeli.

Tam da bu noktada hocamız, “Çocuklarınıza baskı yapmayın, onlarla sadece ilgilenin” ve “Sevmedikleri işi yaptırmayın” diyor. Ailelerin, çocuklarına iki konuda destek vermesi gerektiğini söylüyor:

1. Çocuğun yeteneklerini keşfetmesi.

2. Çocuğun karakterini geliştirmesi.

Ailenin bu konularda en büyük etken olduğunu vurgulayan Yusuf Hoca, Allah-u Teala’nın bize “Benim için ne yaptın?” sorusunu sormayacağını, asıl “Yapılması gerekeni yaptın mı?” sorusunu soracağını hatırlatarak konferansı bu sözlerle tamamlıyor. Konferansın ardından kitap fuarı, hocamızın kitap imzalamasıyla devam ediyor. Ancak Yusuf Hocamız kitaplara değil, gönüllere imza atıyor.

Fuar başladığında, aile dostumuz Cemalettin Amca, beni yazar bir ilahiyatçı hoca hanımla tanıştırıyor. Bana dönüp, “Bak, bu kardeşimiz başörtüsüyle büyük sınavlardan geçti” diyor. Kardeşimizle hasbihal ederken, kendisi de şu cümleyi kuruyor: “Sizin çektiğiniz zorlukları, ben bir hoca hanım olarak Müslüman kardeşlerimden çekiyorum.”

Bu sözler üzerine, “Bu ne kadar zor olmalı,” diye düşünüyorum ve kendisini Yusuf Hoca’yla tanıştırmak istediğimi söylüyorum. Bu teklifim kardeşimizi çok mutlu ediyor.

Fuarın sonlarına doğru, hoca hanım kardeşimiz eşyalarını toparlarken uzaktan dikkatimi çekiyor. Hemen yanına koşup, “Gitmeden Yusuf Hoca’yla tanışmak isterseniz gelin” diyorum. Hoca hanım kardeşimizin dertli olduğunu ve insanlara faydalı olmak istediğini görünce, onu tanıştırmadan gitmesine gönlüm razı olmuyor. Sonunda, Yusuf Hocamızla çok güzel bir sohbet gerçekleştiriyorlar.

Ve hocamız, en güzel cümlesiyle, imzalıyor kardeşimizin kitabını. “Aşksız ve tutkusuz, ışık bile karanlıktır.” Bu tanışmanın ardından, aynı zamanda güzel bir dostluğun da başladığını hissediyorum.

Hocamızla birlikte, farklı insanlardan yemek yeme teklifleri geliyor. Fakat hocamız, talebeleriyle birlikte yemeyi tercih ediyor. Bu, Yusuf hocanın talebelerine verdiği değeri gösteriyor.

YAZININ DEVAMI
ÇOK OKUNAN YAZARLAR
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Herborn ve Frankfurt seyahatnamesi (1) 13 Ocak 2025 | 86 Okunma Amsterdam seyahatnamesi 12 Ocak 2025 | 115 Okunma Hamburg seyahatnamesi 10 Ocak 2025 | 117 Okunma Berlin seyahatnamesi 06 Ocak 2025 | 709 Okunma Osmanlı Ruhu: İnsanlığın yurdu, umudu ve ufku  05 Ocak 2025 | 122 Okunma
TÜM YAZILARI
Yorumlar