Medeniyetsiz edebiyat, edebiyatsız medeniyet olmaz, yaşayamaz!
Kışkırtıcı ve de tedirgin edici bir cümleyle giriş yapayım yazıya: Bu toplumun edebiyatı yok. Yok; çünkü toplum yok. Ruhu olan; sözü olan; dünyaya, insanlığa ruh üfleyebilecek kalibrede bir toplum yok...
Kışkırtıcı ve de tedirgin edici bir cümleyle giriş yapayım yazıya: Bu toplumun edebiyatı yok. Yok; çünkü toplum yok. Ruhu olan; sözü olan; dünyaya, insanlığa ruh üfleyebilecek kalibrede bir toplum yok bu ülkede.
Toplum, “ceset” olarak var; ama ruhu yok. Yok; çünkü bir medeniyeti yok.
Medeniyet, bir toplumun gökkubbesidir; ruhunun da, sözünün de, insanlığa sunabileceği çağ’ın da, çağrı’sının da toplumun derinlerinde köksaldığı, yeşerdiği, göklere açılabilmesini sağlayabilecek gürül gürül akan, hakikate susayan insanlığı sulayan, yaşayan ve yaşatan kaynaktır. Yerle gök arasındaki perdeleri aralayacak, gök-ekini köklerden göklere uzanacak ruhköklerininin kaynağıdır medeniyet bir toplumun.
EDEBİYAT VE MEDENİYET
Edebiyat, kök’lerden süt emer, göklere seslenir, ufukları gösterir...
Medeniyet, geçmiş’ten gelir, şimdi’ye anlam verir, geleceği gösterir: Yaşayan ve yaşatan bir medeniyet için geçmiş de, şimdi de, gelecek de izâfîdir, izâfîleşir; yaşayan ve yaşatan bir medeniyetin ulaştığı hakikat, insana değer, hayata değer; insana da, hayata da değer katar; insanı kanatlandırır, zamanı ve mekânı aşar...